Kazanmak

Seçim partisi olmak ile seçime giren parti olmak arasındaki en temel fark, her yerde tek amacı halkı seçeneksiz bırakmaktan ibaret olmayan, ülkenin tamamına dönük sözünü en ufak alanda kırılma yaratmadan söylemesidir. Ülkemizde böyle bir sol vardır. Meydan sadece sağcılara değil, bu tür solculara da bırakılmamış olması değerli ve önemlidir.

31 Mart yerel seçim sonucunun siyasi analizini yapmak için seçimlerin bitmesini beklemeye gerek var mı?

Sonuçlar bir sürecin sonu ise sürecin tamamlandığı tam da bugün de sandık sonuçlarına gerek kalmadan bazı sonuçların oluştuğunu belirtmeliyim.

Düzenin dinamikleri açısından baktığımızda başta iktidar olmak üzere düzen güçlerinin uzun bir zamandan beri verili durumunu korumayı amaç edindiği biliniyor. AKP açısından trajik bir oy kaybı olmadığı her durum başarı olarak sunulacağı, yeni bir yerin kazanılmasından daha önemli olanının elindeki yeri kaybetmemek olduğu görülüyor. Bu durum aynı zamanda 21 yıldır ülkede iktidar olan partinin verili sınırlarını genişletebilecek sözünün kalmadığını da gösteriyor. Ekonomik kriz, derin yoksulluk, işsizliğin herkes tarafından hissedildiği bir süreçte, AKP açısından seçim başarısı İstanbul’u kazanmak değil, “topal ördeğin” AKP olmamasını sağlamaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde istediğini alan AKP, normal koşullarda 5 yıl daha bir seçimin olmayacağı ülkemizde sınırlarını kazanmakla değil kaybetmemekle çiziyor. Kazanmak ve kaybetmek denkleminden hızlıca yenilme denklemine geçmenin yollarını arayacak AKP, rejimin oturması adına “yeni anayasa” ile halkın karşısına bir kez daha çıkacak. Sürecin ilk sonucu, henüz bilinmeyen sandık sonuçlarına gerek olmadan söylenecek şey, işte budur. AKP’nin ömrünü sandık sonuçlarına bağladığı ve artık kazanma yerine kaybetmeme aşamasına geçtiği öyle ya da böyle istediğini de aldığı her durumda AKP’nin yenilmesinin bir hesaplaşma ile mümkün olacağını yeri gelmişken belirtmek zorundayız. Bu hesaplaşma iktidar ve düzenin “ana muhalefet” ile değil, AKP ve diğer düzen içi partilerinin ortaklaştığı sermaye sınıfının çıkarları ile emekçilerin çıkarları, gericilerin amaçları ile laiklik mücadelesi verenlerin, işbirlikçiler ile yurtseverlerin hesaplaşması ile mümkün olabilir. Solun, sosyalistlerin, komünistlerin aldığı oyların işte buna hizmet etmesi önemlidir ancak tek şey değildir.

Bugün düzen içi muhalefetin ağzından düşürmediği ve ne yazık ki siyaseten de kendine bir kısım soldan destek bulduğu AKP’nin kazanmaması uğruna yenilmesinin feda edildiği “muhalefete muhalefet etmemek” sözünün vardığı yer Ekrem İmamoğlu’nun bir röportajda sorulan soruya verdiği cevap ile cisimleşmektedir. İmamoğlu “ başa baş duygusunu sevdiğini” söylemektedir. Zafer Partisi gibi faşist, Hüdapar gibi şeriatçı, AKP gibi halk düşmanı olan bir partinin aldığı oyların CHP’ile başa baş olması, değil tersinden bir duygu olarak heyecan sebebi olarak görülmektedir. CHP’nin duygusu ile ortaklaşan bir kısım solun ise almış olduğu konum itibariyle CHP’nin dert etmediğine söz söyleme gücünü de kaybettiğini bu seçimlerde net olarak görüyoruz. Sadece CHP ile yarışa girmiş olunan yerlerde “mecbur muyuz” diye soran, CHP ile anlaşarak yarışa girilen yerlerde ise CHP’ye toz kondurmayan ve tüm bunları aynı anda yapabilen bir “sol” var karşımızda. Bir yanda büyükşehirleri yani o şehirde yaşayan herkese sözünü söylemek yerine dengeleri gözeten, yerel adayı güçlendirip “kazanmayı” hesaplaşmaya yeğ tutanlar, diğer yanda ise bu yolda ilçeleri gözüne kestirip siyasetine, sözünün ulaşacağı yere sınır koyan sol bulunmaktadır.

Neyse ki sol bundan ibaret değil. Seçim partisi olmak ile seçime giren parti olmak arasındaki en temel fark, her yerde tek amacı halkı seçeneksiz bırakmaktan ibaret olmayan, ülkenin tamamına dönük sözünü en ufak alanda kırılma yaratmadan söylemesidir. Ülkemizde böyle bir sol vardır. Meydan sadece sağcılara değil, bu tür solculara da bırakılmamış olması değerli ve önemlidir.

Seçimlerin bir diğer sonucu denilebilir ki, solun “kazanmak”tan anladığı iddia sahibi olduğu yerdeki sandık sonuçlarından istediğini alması ile sınırlıdır. Ülke genelindeki ortalama durum, genel oy sonuçları, bu yerelliklerdeki sonuçlardan sonra gelmektedir. Halet-i ruhiyenin bu yönde olduğu buram buram kokmaktadır. “Aldık, alıyoruz, öndeyiz, kazandık” açıklamalarının düzen siyaseti ile usulen benzeştiği ve siyasi çalışmanın merkezine bu duygunun çakılması tersi ile sonuçlandığında geride de sadece duygu bırakmaktadır. Bu duygu ise solun mücadele ettiği umutsuzluk ile iç içe olacaktır. Sosyalist-komünist adaylara verilen oyların kazanmaktan önce gereklilik karakteri taşımış olması halinde geriye duygu değil düşünce ve görevler kalır. Kazanıldığında da kaybedildiğinde de…

Son olarak bu seçimlerin bir diğer sonucu, sandık sonuçları ne olursa olsun, kim hangi belediyeyi alırsa alsın, iktidar ve düzen içi muhalefetin belediyenin rant kapılarını sonuna kadar açacağı ve yoksulluğu yönetmekte dahi zorlanacak olmalarıdır. Ağza sürülen bir parmak balın, yardım kartlarının ve kent lokantaları gibi uygulamaların giderek artan krizi örtmeye ve karşılamaya yetmeyecek olmasıdır. Buradan doğacak boşluğun uzun süre kapanmadan ilerlemesi ise siyaseten mümkün değildir. 31 Mart yerel seçimlerinde bu boşluğa gözünü dikmiş Yeniden Refah, Zafer, Hüdapar gibi sağ siyasetin değişik bölmelerinin dönem partisi olarak görülmesi en büyük yanlış olacaktır. Siyasi krizlerin çeşitleneceği, bekletilen Anayasa Taslağı, belki de adı konmamış Kürt açılımı, Suriye ve Irak’da ki gelişmeler de düşünüldüğünde solun gözünü bu boşluğun temsiliyetine ve derinleşmesine dikmediği her an kaybedilmiş zamanlar ve dönemler olarak tarihe geçecektir. İsterse onlarca belediye kazansın bu böyledir. Bu dönemin kıymetini bilen, kolları belediye yönetmek için değil, ülkede devrimci krizleri tetiklemek için sıvayan solun, onun öncülüğünün kazanacağı tek şey ise devrimdir, ülkenin tamamıdır.

Kazanmak için çalışmaya devam…