Tülin Tankut yazdı: Maaile kurtuluşumuz için (2)

Kadınlar da ancak koşullar değiştiğinde aile kurumuna güven duyacaklardır. Çocuğu dünyaya getirip büyütmenin ataerkil kapitalist sistemin baskısıyla değil, kadınların özgür iradeleriyle gerçekleşeceği sömürüsüz, baskısız, eşitlikçi bir topluma kavuşmak içinse mücadele sürecektir.

‘Maaile sınavdan geçiriliyoruz’ başlıklı yazıda aile yaşamımızın, günümüz toplumunun gerçekliğine uymadığı ve masaya yatırılıp sorgulanması gerektiği üzerinde durulmuştu. Kuşkusuz, bu konuda yalnız değiliz; aile modelini örnek aldığımız Batı ülkelerinde de toplumlar arası farklılıklara karşın temelde aynı sorunlar yaşanıyor. Öyle ki fanatik dincilerin yönetime dayatmasıyla, örneğin ABD’nin bazı eyaletlerinde kürtaj yasası en katı biçimde uygulanıyor. Medyaya da düşen ibretlik bir haberde, sekiz yaşında tecavüze uğrayan ve gebe kalan bir çocuğun ailesine, eyalet mahkemesi izin vermediği için aile, çareyi kürtajın serbest olduğu bir eyalete gitmekte buluyor. İşin düşündürücü yanı, aile kurumunun bu haliyle bile eğitim sisteminden, hukuktan, medyadan, dini kuruluşlardan, reklamlara kadar her yerde yüceltilmesidir.

Ancak kadın –erkek ilişkisi, tarihsel olarak dönüşen ve sürekliliği olan süreçtir. Bu olgu kavranmadıkça ve aile kurumunun dönüşümü ; sosyo- ekonomik, kültürel, siyasal etmenlerle birlikte incelenmedikçe anlaşılmaz.Sözgelimi göç, sel , savaş, deprem gibi felaketler, yalnızca aile ortamını fiziksel olarak sarsmaz; toplumsal ilişkilere de darbe vurur. Hayatta kalan aile bireyleri aynı çaresizliği paylaşırlar. Cinsiyet rolleri (1) dönüşür: Dedeler, babalar çocuk bakar; kadınlar su, yakacak,aş peşinde koşar. Bu sırada evdeki hiyerarşi zedelenir, otorite boşluğu doğar. Dayanışma, sağduyu, hoşgörü ihtiyacı en çok böyle felaket zamanlarında kendini hissettirir.

Öte yandan toplumsal değişimlerin dinamikleri, tüm dünyada olduğu gibi bizde de aile bireyleri üzerinde izlerini bırakıyor. Osmanlı’dan itibaren modernleşmeyi seçtiğimiz için küreselleşmeyle birlikte ABD toplumundaki, gösterişin ağır bastığı değişiklikleri yakından izlemekten kendimizi alamıyoruz Artık tüketim kültürünün değerleriyle koşullandırılmış, beğenileri onun kışkırtmalarıyla şekillendirilmiş bir toplumda yaşıyoruz. Kültürel ortama göreceliğin damgasını vurması sınıf, inanç, etnisite gibi farklı aidiyetleri tüketim alışkanlıklarında aynılaştırıyor. Kentleşmenin simgesi AVM’ler, kafeler, belli başlı çekim merkezleridir. Özellikle AVM’ler, müşterilere hizmette sınır tanımaz. (Bebek bakım odaları, mescit ) Cep telefonuysa kırsala kadar girmiştir; giremediği yerlerde de hareketlenme başlamış, talep artmıştır. Sosyal medyaysa kullanıcılar (2) üzerinde farklı etkiler bırakır. Doğru kullananın ufkunu genişletir. Kimisine kendini rüya aleminde hissettirir. Kimisi bağımlılığından telef olur. Boşananlar, ortada kalan çocuklar, artan şiddet; sürekli işsizliğin yarattığı aylaklık da bağımlılığı artırıyor olmalı. Bu süreçte geleneğin yasakları çiğnenebilir, baskılara karşı şiddet kullanmak artabilir. Sonuçta olan bitenden en çok kadınlar ve çocuklar zarar görür.

Bugüne kadar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın uyguladığı politikalar da bekleneni vermemiştir. Ülkenin kadına yönelik şiddetle, kadın cinayetleriyle sarsıldığı bir dönemden geçmekteyiz. Şiddetle mücadelede aşama kaydedilmiş midir? Şiddet eyleminin ne zaman zuhur edeceği bilinmediği için aile bireyleri , kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler, hastalar şiddet tehdidi altında yaşıyorlar, kendi kendilerini şiddetten korumaya çabalıyorlar. Maddi yetersizler cabası. Devlet desteği de yeterli olmadığından şiddet mağdurlarının yakınmaları durmuyor. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizde dini çevrelerin olaylar karşısındaki sessizliğiyse pes dedirtiyor. (3)

Şiddet,ciddiye alınacak boyutlara varmış dahası aşmışsa öncelikle ailenin değil, kadınların güçlendirilmesi gerekir.Genel anlamda şiddet, diyalogun bittiği, hiyerarşik karşıtlıkların devreye sokulduğu anda ortaya çıkar.Ülkeyi yönetenler, aileyi güvence altına almaktan söz ediyorlarsa önce kadın haklarının korunması ve genişletilmesi gerekir. Kadının güçlendirilmemesi, eve hapsedilmesi demektir. Kadın eğitimle güçlenir. Kadınların aile ve toplum içindeki eşitsiz konumları onların yaratıcılıklarını kısıtlar. Eşitlikçi bir aile düzeni kadınların, çocukların, tüm aile efradının söz sahibi olduğu bir modeldir. ( “Yalı Çapkını”, “Kızılcık Şerbeti”, “Ömer” gibi dizilerin çok tutulmasının bir nedeni de izleyicinin gördüklerinde kendi yaşam hikayesinden izler bulmuş olmasıdır.)

Evlilikte eşlerin temel insan haklarına sahip oldukları bilincini edinmeleri başta gelir. Apansız gelen felaketler karşısında kadercilik, teslimiyetçilik bizi sığınacak bir liman aramaya değil, alışkanlıklarımızı sorgulamaya ve çözüm bulmaya yöneltmelidir. Çocuklarımızı yetiştirirken de eleştirel düşüncenin güvence altına alınmasında taraf olmalıyız. Böylelikle onların kısıtlayıcı değil, geliştirici bir tutumla yetişmelerine katkıda bulunabiliriz. Tersi durumda ya “bağımlı” ya da isyankâr olmaları beklenir. Özsaygı yitimiyse özgüveni yok eder. Öyleyse aileden ve eğitim sisteminden beklenen; çocuklarımızın zihinlerini ele geçirme girişimlerine –emperyalistler, kafa karıştıran liberaller, din istismarcıları – izin vemeksizin , yasalar neyi gerektiriyorsa onu uygulayarak sorumluluklarını yerine getirmeleridir. (4)( Son günlerde çok konuşulan “ Kızıl Goncalar” dizisi için de henüz yorum yapmak erken olmakla birlikte o da bu konuya odaklanacağa benzer.)

Kadınlar da ancak koşullar değiştiğinde aile kurumuna güven duyacaklardır. Çocuğu dünyaya getirip büyütmenin ataerkil kapitalist sistemin baskısıyla değil, kadınların özgür iradeleriyle gerçekleşeceği sömürüsüz, baskısız, eşitlikçi bir topluma kavuşmak içinse mücadele sürecektir.

DİPNOT:

1) Cinsiyet biyolojiktir. “Toplumsal Cinsiyet Rolleri”yse sonradan kazanılmıştır, toplumsaldır.
2) TUİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre ( Ağustos 2023) ülkemizde bireylerin yüzde 82’si WhatsApp kullandı.
3) “Türk Sosyal Hayatında Aile Yapısı” dersinde çocuklara aktarılacak bilgiler neden denetlenmiyor? Kerameti kendinden menkul “haram”lar, “dinen caiz olmayanlar”; örneğin “nişanlıların görüntülü görüşmeleri veya yazışmaları dinen caiz değildir” deniyor. Ve daha niceleri. Ortalığı boş bulanları cesaretlendirip bunlara fırsat yaratarak eğitim sistemimizi gerileten, dindar yurttaşların inançlarına zarar veren, küresel kapitalizmin icadı, ifade özgürlüğünü kıyısızlaştıran postmodern anlayıştır.
4) Erkek tahakkümünü (testosteron) erkeklik hormonunun salgılanmasına indirgeyen, görünüşte laik bir profesör hanım da, ekranlardan erkek sinirlendiğinde kadınlara itidal tavsiye ediyor!