Reklam

Ulusal hâkimiyetten küresel hâkimiyete

Reklam

23 Nisan 1920 günü, yani bundan 104 yıl evvel 23 Nisan günü, ulusun kuruluş günü olarak tarihimize yazılmıştır. Bu tarih, yeni bir millet meclisi ve yeni bir ruhun oluşum günüdür; öyle ya, yaklaşık 600 yıl gibi uzun bir süre bir aileye kulluk dönemi bitirilmiş, ulusal iradeyi millet kendi eline almıştır. Kulluk, hele de bir aileye kulluk ne demektir! O nedenledir ki, 23 Nisan 1920 tarihi, yeni bir ruh ve doğru bir adım olarak büyük bir aşamadır, bir kazançtır. Ne var ki, bu büyük atılım aydınlanma felsefesi açısından eksiktir. Aydınlanma hareketi için, 5 Şubat 1937 tarihinde laiklik ilkesinin bir anayasal hüküm olarak kabul edilmesine kadar beklemek gerekiyordu.

Ulusal hâkimiyetin tek eksiğinin laiklik olduğunu düşünmek de, aslında ulusal hâkimiyet kavramının özünü algılamamakla eş anlamlıdır. Ulusal egemenlik kavramını sorguladığımızda, karşımıza parlamento çıkıyorsa, o zaman bu yapılanmanın oluşumuna ve karar alma mekanizmasına bakmak gerekir. 23 Nisan 1920 harekâtı, Fransa’nın 1789 siyasi demokrasi harekâtına benzetilebilir. Şöyle ki, 1789’da Fransa’da sosyo-ekonomik yapılanmaya bakılmadan tüm toplumsal katmanların düzleştirilip, herkesin seçme ve seçilme hakkına kavuşturulmuş olmasının politik anlamda siyasal demokrasi harekâtı olarak görülmesine analojik olarak, Türkiye’de gerçekleştirilmiş 23 Nisan 1920 harekâtının da aynı çerçevede siyasal demokrasi harekâtı olarak görülmesi yanlış olmaz. Uzun lafın kısası, parlamentoya kimler girebiliyor ve kararlar toplumda hangi sınıf ya da zümrenin etki ve baskısı altında alınıyorsa, kararlarda geniş anlamda halk yok ise, uygulama evet bir tür demokrasidir, fakat bu bir halk demokrasisi değil, bir burjuva demokrasisidir. Bilinir ki, 1789 Fransız Devriminin demokrasi yaftası, 1840’larda İngiltere’de gelişen sanayi devrimi sonucunda emekçi ve patron ayrışımı ile yerini ekonomik demokrasi kavramı ve olgusuna bırakmıştır.

Ulusal hâkimiyet, ulusun tümünü toplumsal karara dâhil etmeden, parlamento yoluyla üstten yönetim anlayışıyla kurgulandığında, yapının burjuva hâkimiyetine dönmesi kaçınılmaz kaderdir. Siyasi partiler ve partiler üzerinde kurgulanan parlamenter sistem, kapitalizmin zaman içinde gelişmesi ve gelir dağılımının bozulmasıyla halktan uzaklaşır ve sermayenin siyasi ajanı olmaya yönelir. Hatta kuruluşun ilk dönemlerinde, gelir dağılımının görece adil olduğu aşamalarda parlamento halk meclisini andırır olabilmekle beraber, gelir dağılımı bozuldukça parlamento ve alınan kararlar ulusal halk çıkarı limanından uzaklaşarak burjuvazinin çıkarı halk çıkarı olarak algılanmaya başlar. Sovyetlerin fevkalade güçlü olduğu 1920’lere döndüğümüzde, yıkılan bir imparatorluktan oluşturulan Cumhuriyet’in burjuvaziye dayalı bir kapitalist devlet olarak oluş(turul)ması, Osmanlı’dan devralınan sosyo-ekonomik doku bağlamında tarihsel yürüyüşe denk düştüğü kadar, 1923 İktisat Kongresi kararlarının da ışığında, kapitalist âleminin de vazgeçemeyeceği bir rüya idi.

Hala yapılıyor mu, bilemiyorum! Bir zamanlar Taksim Toplantıları diye bir dışa kapalı toplantılar vardı. Ben de, ilginç konuşmacıların bulunduğu günlerde bu toplantılara katılırdım. 1989 yılında duvarın yıkıldığı günlerin birinde bu meseleler konuşulurken, Duvar’ın yıkılışı ve Sovyetler’in çöküşü karşısında insanların sergilediği coşku ve sevinci, bugünleri görür gibi, hayretle karşılamıştım. Bir tür sivil toplum örgütü ya da Habermas–türü mikro kamusal alan olarak görülebilen o toplantıdaki sevinç, adeta halktan kopuk bugünkü parlamentonun ön habercisi idi.

Nitekim çift kutuplu balayı döneminin hitamında gerçek dünya ile karşı karşıya gelince boy resmimizi gördük. Kâbustan uyanışta korkunun yerini sükûnet alırken, rehavetten uyanışta sükûnetin yerini endişe ve korku alır. İşte bugünler!

Bugünlere nasıl geldiğimiz meselesini çok konuştuk, emperyalizmi suçladık, fakat bu hikâyeyi bence tam olarak yerine oturtamadık. Acaba kuruluş hatası mı yapıldı, yoksa yürüyüş hatası mı meselelerinin tartışılması bugüne de ışık tutar. Meseleye biraz yukarıdan bakarsak, bu konuda iki ciddi teknik hatanın yapıldığını düşünüyorum. Bunlardan birincisi, Türkiye’ye küresel kapitalizm koşulundan bağımsız bakıp, analizlerin salt ülke içi siyasi ağırlıklı ya da kısmen iç ekonomik kararlar ve/veya politik davranışlar çerçevesinde yürütülmesidir. Oysa küresel kapitalizmin manevraları ve iç ekonomiyi sarsması/savurması odağa koyulmadan, salt siyasi kararlar gölgesinde hiçbir şey netleşemez, anlaşılamaz. Tarih, politikacıların kararları ile değil, nesnel koşullarla irdelenir. İkincisi ise, analiz yöntemi ile ilgili olarak, gerek siyaset, gerek ekonomi ve toplumsal yaşam alanlarında zarf ile mazrufu karıştırarak, beyhude çaba ile bir yere varılmaya çalışılmasıdır. İleri yazılarda açmak üzere, birinci konuya örnek olarak, Türkiye’nin sadece 1930’larda kısa süren Devletçilik dönemi dışındaki –o da belirli koşullarla- tüm dönemlerin ne tür emperyalizme girdiği Türkiye ve dünya ekonomisi bağlamında net şekilde analiz edilip, anlaşılmalıdır. Bu yapılmadığı gibi, bu sürecin düğümlendiği ve Türkiye’nin bugünlere sürüklenmesinin tali müsebbibi olarak, 2000 IMF-Derviş programının anatomik yapısı da, “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programının amacı da, “yetmez, ama evet” aymazlarının suratına çarparcasına irdelenmemiştir, hâlâ da irdelenmemektedir. İkinci konuya örnek olarak ise, ekonomik ve siyasal olaylarda ana etmen ile taşıyıcı aygıtların birbirinden ayrıştırılarak, güçlü bir sosyo-ekonomik analizin yapılmamasıdır. Örneğin, enflasyonu salt bütçe açığına ya da para basımına veya ücret yükselişlerine bağlamak, en hafifinden aymazlık, analitik düzeyde ise cehaletten başka bir şey değildir. Ülke ekonomisini, içinde yüzdüğü sosyo-ekonomik havuzun oluşturduğu geniş çerçeveden soyutlayarak ele almak yetersizdir, resmin tümünü kapsamadığı gibi, görüntüyü de yanlış aksettirir. ABD, İngiltere ya da Almanya gibi ekonomiler kısmî analiz yönetimiyle anlatılabilirler, fakat maalesef Türkiye’nin böyle bir şansı asla yoktur. Bunun ötesinde, yabancı yazım ya da kaynak aşinalığı da araştırmacıları Türkiye’ye yabancılaştırmaktadır.

104 yıl ara ile 23 Nisan’ların altından çok sular geçmiş, anlamlar bir hayli değişmiş olmakla beraber, başlangıcı ve süreci irdeleyerek, hiç değilse bugünün çocuklarının aydınlık geleceğe yürümesi dileğimle!

Bu haber en son değiştirildi 23 Nisan 2024 01:09 01:09

Reklam

Önceki Haberler

İşçi Filmleri Festivali’nde sansür: ‘Kanun Hükmü’ belgeseline yine yasak getirildi

19.Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin Ankara programında açılış filmi olarak belirlenen Yönetmen Nejla Demirci’nin yönetmenliğini yaptığı…

3 Mayıs 2024 17:04

Gazeteci Barış Terkoğlu’na hapis cezası

Cumhuriyet yazarı gazeteci Barış Terkoğlu, Adalet Bakan Yardımcısı Akın Gürlek’in şikayeti üzerine, 'terörlede mücadele görev…

3 Mayıs 2024 16:02

Can Atalay’ın odasına İyi Parti’li vekil yerleşti

TİP'li Can Atalay'ın milletvekilliği düşürüldüğü için yerleşemediği odası boşaltıldı. Boşaltılan odaya İYİ Partili Erhan Usta…

3 Mayıs 2024 14:21

Erdoğan’ın bir günlük koruma maliyeti 6,7 milyon TL’ye ulaştı

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koruma ordusu için yılın ilk üç ayında 616 milyon TL harcanarak bir…

3 Mayıs 2024 14:03

Laiklik Meclisi yurttaşları 30 Haziran’da İstanbul’daki büyük ‘Laiklik Yürüyüşü’ne çağırıyor

Laiklik Meclisi geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği olağanüstü toplantı sonrasında 30 Haziran'da bir Laiklik Yürüyüşü düzenleme kararı…

3 Mayıs 2024 13:15

Bahçeli 1 Mayıs kutlamalarını hedef aldı

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hukuksuzca engellenen 1 Mayıs kutlamaları ve kolluk kuvvetleri ile yurttaşlar…

3 Mayıs 2024 13:06
Reklam