An’ı yaşamak...

Şu günlerde en önemli zaman birimimiz, an. Nasıl geldi, ne zaman başladı ve geçti gitti bilmiyoruz ama an’ı yaşıyoruz. Önceden albümlerin veya çerçevelerin içerisinde neredeyse hepsini tek tek hatırladığımız fotoğraflarımız vardı, artık nereye depolayacağımızı bilemediğimiz ve sadece anlık paylaşıp unuttuğumuz görsel medya arşiv yığınlarımız var. Kişisel hayatlarımız için sözkonusu olan bu gerçeğin ülkede ve dünyada... View Article

Şu günlerde en önemli zaman birimimiz, an. Nasıl geldi, ne zaman başladı ve geçti gitti bilmiyoruz ama an’ı yaşıyoruz. Önceden albümlerin veya çerçevelerin içerisinde neredeyse hepsini tek tek hatırladığımız fotoğraflarımız vardı, artık nereye depolayacağımızı bilemediğimiz ve sadece anlık paylaşıp unuttuğumuz görsel medya arşiv yığınlarımız var.

Kişisel hayatlarımız için sözkonusu olan bu gerçeğin ülkede ve dünyada olup bitenler sözkonusu olduğunda da aynen geçerli olduğunu söylemek lazım. Gündemin nasıl akıp gittiği, hangi olayın ne zaman yaşandığı, hafızalarımızda ne kadar süre yer işgal edeceği tam bir muamma. Ve ne yazık ki, özellikle içinden geçtiğimiz koşullar düşünüldüğünde; toplumsal hayatta karşılaştığımız kareler, yaşanan an, gülümseyerek hatırlanacak cinsten değil.

İş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, katliamlar…Seceresini tutmaya kalksak sayfalar sürer. Elbette Türkiye’de veya dünyanın başka bir yerinde sömürü düzeninin kan üzerine kurulu olmadığı görülmemiştir ama ülkemizin son on beş yıllık tarihinin özellikle son bir kaç yılına sıkışan karanlık döneminin dayanılır bir yanı yok. Suruç’ta bir bomba patlıyor, sonra Ankara’da bir tane daha, sonra Sultanahmet’te ve sonra Ankara’da bir tane daha… Unutmuyoruz besbelli ama hafızamızın gerilerine itiyoruz yeni acılarla yoğrulurken. Artık takvim yapraklarına not ettiğimiz katliamlar aynı sayfalarda üst üste duruyor. Yitirdiklerimizle anılmayan tek bir gün kalmadı belki. Her gün yeni bir eve ateş düşmeye devam ediyor. Her gün yeni bir köşe başında bomba patlıyor. Ülke yangın yeri…

Sadece bu kadar mı? Bir memleket ki, mübarek özlü sözler cenneti! Yaratıcılıkta sınır tanımayan Diyanet, bugün hangi bit yeniğini bulup çıkartsam da namus bezirganlığında bir önceki sansasyonumun altında kalmasam dercesine üretime devam ediyor! Sanmayın ki tek sesli koro, köşe yazarlarıyla, vakıf başkanlarıyla, imamlarıyla her biri farklı telden çalıyor, ama hepsi birden kadına düşman, insana düşman eserlerini icra ediyorlar.

Ve o “an” yaşanmaya devam ediyor. Şikayetler, üzüntüler, şaşkınlıklar, korkular, öfkeler anlık. An’ın akıntısında savrulmamak işten değil. O nedenle pusulasız kalan ve dümeni bırakan sol da bu akıntıda savrulmaya mahkum kalıyor.Halbuki aydınlık yarınlar için; yarını bugünden kurmak için; unutmamak, unutturmamak, bütünü görebilmek ve gerçeklerde ısrar edebilmek gerekiyor. Akıntıya karşı kürek çekebilmek için belki de bazen o An durup daha fazla düşünmek gerekiyor.

İnadına laiklik, inadına bağımsızlık dediğimiz an’ı belki de bu yüzden, hele hele şu sıralar, hiç ama hiç unutmamak gerekiyor…