Başkanlık diktatörlüktür!

Kamil Tekerek, köşe yazısında başkanlık sistemi eksenine ortaay çıkan tartışmaları irdeledi

Türkiye’nin kritik bir evreden geçtiği açık. Rejimin değişim, dönüşüm, mutabakat, oturma artık adına ne derseniz deyin bunların sancıları canlı bir şekilde yaşanıyor.

Krizlerle devam eden bu sürece temel yaklaşımımız ise Türkiye devrimci hareketinin mevzilerini ne kadar ilerlettiği ile tanımlanıyor. Bunun üzerine çok yazılıp çiziliyor. İşçi sınıfının cephesini burada nasıl ilerletebiliriz buna bakıyoruz. Sosyalizmin iktidar mücadesi bu dönemi nasıl kazanımlarla kapatabilir buna yoğunlaşmaya çalışıyoruz. Türkiye’de solcuların müzmin muhalif olarak hayatlarını devam ettirmemesi gerekiyor. Bunu özellikle gündemimize alıyoruz.

Türkiye sol hareketi, özelde ise Türkiye komünist hareketi açısından da krizli bir dönemden geçildiği açık. Sonuçta düzen muhalefetine yedeklenme hastalığı çok eski dönemlerde de olduğu gibi bugünlerde de başa bela olan bir hastalıktır. Özellikle son üç-dört yılda bu hastalık nüksetmiştir. Önce CHP, akabinde HDP ve yakın gelecekte her ikisi ya da onların varyantlarına yedeklenme arayışı sürecektir. Hatta bir adım ötesi liberalleri aklamaya kadar varabilecektir. Örnekleri var mıdır? Ararsanız bulursunuz.

Neyse biz esas düşmanımıza odaklanalım ve bazı soruları soralım istiyoruz.

Önümüzdeki dönem anayasa tartışmalarının ve başkanlık meselesinin toplumun gündeminde olacağı açık. Ve en azından yakın dönemde gündeme gelecek başlıklar bulunuyor. Anayasa ile birlikte geçirilmeye çalışılan başkanlık sistemi ve bunun yaratacağı tartışmalara hazırlıklı olmak gerekiyor. En azında toplumsal alanda bunlar karşımıza çıkacak.

Düzen cephesinin bu başlıklarda tam boy yekpare bir tutum alması şu an olanaksız görünüyor ve özellikle başkanlık tartışması tüm bu sürecin zayıf karnını oluşturacak gibi. Ancak tüm bunlarla birlikte yeni anayasa konusunda da büyük bir mutabakata ulaşılabileceğinin mesajını tüm düzen güçleri ve muhalifleri şu ana kadar birden fazla kere verdiler.

İşte bu yüzden başlangıç açısından bazı argümanlar üzerinden bizim cephemizdeki karşı argümanları oluşturmaya başlamak gerekmektedir.

Darbe anayasası yerine sivil anayasa yapıyoruz diyecekler. Darbelerin çocuğu olan AKP’nin demokrasi ve sivil siyaset şovlarına tanık olacağız.

Meclisin tasdik kurumu olarak görülmeye çalışılması, burjuva demokrasisi içerisinde bile şeklen yapılan temsilde adalet olgusunun ortadan kaldırılarak tek parti yönetimine geçilmesi yeni rejim için aranan özellikler olarak karşımıza çıkıyor.

Yargı, yürütme ve yasamanın başkana bağlandığı, başkanın meclisi fesih yetkisinin olduğu, gensoru ve güvenoyu mekanizmalarının kaldırıldığı bir sistem arayışı mevcut görünüyor.

Anayasa Mahkemesi’nin başkan tarafından denetlendiği ve ülkenin kanun hükmünde kararnameler ile yönetildiği bir rejim arayışından bahsediliyor. Emekçilerin özde başkanlık sözde anayasa için ortaya konulan bütün önermeleri reddetmesi ve karşı çıkması gerekir.

Başkanlık diktatörlüktür derken işin geleceğe dair ve politik bir vurgu yapıyoruz. Bununla birlikte “bugün Türkiye’ye başkanlık sistemi gerekli mi?” sorusuna lafı fazla dolandırmadan yanıt vermek gerekli.

Türkiye solu burada bağımsız hattını kurmalı. Kendi sözünü söylemeli.
Tersi durumda, Tayyipsiz başkanlığa evet diyenler ya da başkanlıktan vazgeçsin Tayyip Erdoğan’a evet diyen düzen içi muhalefet ile birlikte yürümek durumunda kalırsınız.

Unutmayalım bu çevrelerin sermaye iktidarı, sömürü, İkinci Cumhuriyet’in ayakları üzerine doğrulduğu gerici, piyasacı ve emperyalizm işbirlikçisi rejim ve bunun adının konulacağı yeni Anayasa arayışları ile temelden bir problemleri bulunmuyor.