Kızgın demiri eritelim

Bırakalım onlar kızgın demiri soğutup soğutmayacaklarını tartışıp dursunlar.Biz kızgın demiri eritelim ve demire Sosyalist Türkiye’nin temelini atmak için şekil verelim.İşçi sınıfının bağımsız siyasi hattından da, örgütlenmeden de anladığımız şey budur…

Kamil Tekerek

1 Mayıs yaklaşıyor. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününde tüm Türkiye’de mitingler düzenlenecek.

İşçi sınıfının gündeminde ekonomik mücadele bağlamında bir dizi başlık olduğu aşikar. Kıdem tazminatının patronlara peşkeş çekilmesi, zorunlu BES uygulamasına geçiş, tam boy esnek çalışmaya geçiş, işsizlik, yoksullaşma… Bunların hepsi çok önemli gerek sendikal, gerekse siyasal alanda bu başlıklara dair kavga yükseltilmeli.

Ancak bunlarla birlikte ve aslında hepsini kapsayacak şekilde işçi sınıfının siyasetinin ülkemizde tuttuğu yerin güncel olarak sorgulanması gerekiyor.

Devrimci siyasetin ve partilerin odaklanması gereken temel başlık biraz bu bağlamda değerlendirilmeli.

İşçi sınıfının sözü siyasal olarak büyüdüğü oranda patronların ve gerici iktidarların sömürü politikalarını geriletebiliriz ve yenebiliriz, bunu unutmayalım.

Bugün emekçilerin siyasal temsiliyetinin işçi sınıfı partileri tarafından tam anlamıyla üstlenilebildiği bir uğraktan geçmediğimiz açık olmalı. Hala başta seçimler olmak üzere gündelik siyasette sermaye partilerinin ya da düzen muhalefetinin borusu ötüyor.

24 Haziran’a ya da son seçimlere baktığınızda aynı şeyi görürsünüz. Sağın sağla terbiyesine, rantçılar arasındaki yarışa, aslında emekçi halkın nasıl seçeneksiz bırakıldığına dair çok söz söyledik. Bunları bir kere daha tekrar etmeye gerek bulunmuyor.

Bunlarla birlikte gelinen tabloyu bir kere daha gözden geçirmek gerekli. AKP’nin en fazla geriletildiğinin söylendiği bir ortamda ülkenin faşist partisinin yükselişe geçtiğini görüyoruz. Büyükşehirlerdeki belediyelerin el değiştirmesi bir düzeyde sermayenin ve rantın bölüşümünün de el değiştirmesi anlamına gelecek. İstanbul, Ankara ve İzmir Büyükşehir Belediyeleri’nin büyük bir kamucu hamle başlatmayacağından, ihaleciliğe son vermeyeceğinden, atacağı bazı adımların göstermelik olacağından eğer eminsek, bahar söylemi ne kadar yükseltilirse yükseltilsin emekçilerin hesabına yoksulluk, işsizlik ve sömürü düşmeye devam edecek. Bundan da bir o kadar eminiz.

O yüzden ülkemize baharın gerçek anlamda nasıl geleceğinin, emekçilerin bağımsız siyasi çizgisinin neleri içermesi gerektiğinin köşe taşlarını yazmak zorundayız.

Sermaye iktidarına kayıtsız şartsız karşıtlık, emperyalizm işbirlikçiliğine karşı mücadele, gericiliğe ve dinselleşmeye tavizsiz duruş… Şu an düzen cephesinde bunun temsilcisi olan büyük güçlerden bir tanesi “gerileyince” ne yazık ki yukarıda yazdığımız başlıklarda bir gerileme olmuyor. Olan sadece işçi sınıfının kandırılması ve illüzyon görmesinden başka bir şey değil.

Böylesi süreçlerde sermaye düzenini oluşturan tüm unsurlar arasında karşı karşıya gelişler, gerilimler, anlaşmazlıklar olacağı açıktır. Bu karşı karşıya gelişlerin toplumu germek ve emekçi halka gözdağı vermek şeklinde bir karakter kazanması da mümkündür. Aynen Kemal Kılıçdaroğlu’na atılan yumruk örneğinde olduğu gibi.

Diğer taraftan yine düzen cephesindeki taraflaşmalar ve anlaşmazlıklar aynı zamanda gerici sermaye iktidarının krizleri anlamında da gelecektir.

Güçlü bir iktidar aynı zamanda güçlü bir kriz çözme odağı olması anlamına da gelir. Ülkemizdeki AKP-MHP bloğunun kendisi krizleri çözmeyi bırakın adım adım bir kriz odağına dönüşmeye başlamaktadır.

AKP’nin içindeki muhalif kanadın liderlerinden Ahmet Davutoğlu’nun çıkışını da buna örnek olarak vermek gerekir. Bizce sermaye düzeninin artık işçi sınıfını kandıracağı çıkış yollarını sunması pek mümkün görünmüyor. Son yaşananlar bize bunu gösteriyor.

Bırakalım onlar kızgın demiri soğutup soğutmayacaklarını tartışıp dursunlar.

Biz kızgın demiri eritelim ve demire Sosyalist Türkiye’nin temelini atmak için şekil verelim.

İşçi sınıfının bağımsız siyasi hattından da, örgütlenmeden de anladığımız şey budur…