Zilsel tezi

Modern bilimin neden 17. yüzyılın başlarında başka bir yerde değil de Batı Avrupa’da görüldüğünü açıklayan ve bilimin gelişmesinde zanaatkarların etkisini ortaya koyan ilk bilim tarihçisinin bilinmemesi bana hep garip gelmiştir.

Edgar Zilsel ülkemizde pek tanınan bir isim değil, bildiğim kadarıyla Türkçeye çevrilen bir yapıtı da yok. Modern bilimin neden 17. yüzyılın başlarında başka bir yerde değil de Batı Avrupa’da görüldüğünü açıklayan ve bilimin gelişmesinde zanaatkarların etkisini ortaya koyan ilk bilim tarihçisinin bilinmemesi bana hep garip gelmiştir.

Zilsel 1891 Avusturya doğumlu. Viyana Üniversitesinde felsefe, fizik ve matematik eğitimi almış. Sonraları adı Viyana Çevresi ile anılsa da aslında bu çevreye yaptığı Marksist eleştirilerle ön planda. 1934 yılında Avusturya iç savaşını sosyalistlerin kaybetmesi üzerine bir süre tutuklu kalmış. Serbest kaldıktan sonraki yazılarından Marksizm ile mantıksal pozitivizmi birleştiren düşünce yapısına ulaştığı anlaşılıyor. Avusturya’nın Nazilerce işgali üzerine önce İngiltere’ye, oradan da ABD’ye kaçmış ve 1943 yılında bu ülkede ölmüş.

Zilsel’e göre deneysel yöntemin doğa felsefecilerinin metafizik yöntemlerinden doğmuş olması olanaksızdı. Bu işin öncüllerini başka mecralarda, kendilerini bilim insanı olarak adlandırmayan kesimlerde aramak gerekirdi. Aslına bakılırsa Galileo, Bacon gibi bilim tarihinin önemli isimleri esin kaynaklarının dokumacılar, dökümcüler, tamirciler gibi el işçileri olduğunu zaten söylemişti.  Kendi adıyla anılan kuramda Zilsel, bilinci şekillendirenin ve ona teknolojiyi verenin toplum olduğunu belirliyordu. Başlangıçta yadırganan bu görüşün bir bakıma bilim tarihine Marksist açıdan bakış olduğu söylenebilir.

Edgar Zilsel, bilim tarihinde zanaatkarları yüceltirken, teorik çalışma yapan akademisyenleri de küçümsemiyordu. Ona göre modern bilim 17. yüzyılın başlarında zanaatkarlarla elit entelektüellerin karşılıklı etkileşmesiyle ortaya çıkmıştı. Her ikisinin de belirli bir gelişmişlik düzeyine gelmeleri birbirlerine gereksinim duymalarıyla sonuçlanmıştı ve bu gelişmişlik düzeyi ancak kapitalizmin ortaya çıkışıyla, yani Batı Avrupa’da görülebilirdi. Zanaatkarlar ampirik gözlem, deneycilik ve nedensellik konusunda ilerlemişken, akademi de ise sistematik matematiksel düşünce gelişmişti. Sonuçta iki kesim arasındaki engeller yıkıldı ve akademi zanaatkarların yöntemlerini kabul etmek zorunda kaldı. Zilsel özetle, bilimsel devrimin aşağıdan yukarıya doğru ilerlemiş bir entelektüel devrim olduğunu söylüyordu. Ona göre, isimleri hiçbir zaman anılmasa da kapitalizmin erken dönem zanaatkarlarının geliştirdiği nicel yöntemler, modern bilim yasalarının öncülleriydi.

Günümüz düşünce sistematiği içinde, “ne var ki bu tezde?” denilebilir; “teori-pratik ikileminin ve/veya birliğinin bilim bağlamında yorumlanması” olarak değerlendirilebilir. Ancak, o güne dek özellikle batılı bilimciler arasında bilimi bir takım zeki, daha doğru bir ifadeyle dâhilerin yaptıkları buluşların toplamı olarak görme eğilimi yüksekti. Süreç tam olarak bu sözcüklerle ifade edilmese bile, bilim tarihi yazılarının arkasında bu anlayışı görmek olasıydı. Bilimsel gelişme sürecinin salt kendi iç dinamikleriyle hareket ettiği ve toplumsal yapıdan bağımsız olduğu düşünülüyordu1. Aslında kökleri Sokrates’e kadar giden ve günümüzde akademi-fildişi kule yakıştırmasının da nedeni olan bir anlayıştı bu.

Edgar Zilsel’in tezi ve daha önce bahsettiğim Boris Hessen’in bildirisi,(1) bilimin toplumsal temellerini ortaya koyan ilk çalışmalardı. Her ikisine de çok şey borçluyuz.

(1)https://gazetemanifesto.com/2019/boris-hessenin-bildirisi-305048/