Bu düzen nasıl değişir?

Değişiklik ve yenilenme arayışındaki kitlelere, emekçi sınıflara Türkiye solunun ve sosyalist hareketinin işçi sınıfının bağımsız siyasi hattı çerçevesinde bir programla, söylemle ve büyük bir mücadeleyle gitmesi denilen olgunun ivedi bir şekilde hayata geçirilmesi gerçeğinden daha fazla kaçma olasılığımız bulunmuyor.

Bir şeylerin değişmesi yönündeki talep, istek ya da arayış Türkiye siyasetinde özellikle son dönem fazlasıyla gündeme gelen bir başlık olarak karşımıza çıkıyor. 14-28 Mayıs seçimlerindeki tablo da buna delâlet etti. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı’nın adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının Türkiye’de sağdan sola ve Kürt siyasi hareketine kadar bir dizi özne tarafından desteklenmesi bu değişiklik arayışına yanıt vermeye çalışmak gibi görünse de özünde düzen muhalefetinin destekçiliğinin önüne geçen bir durum ortaya çıkmamıştır.

Öncelikle bunu bir kenara not edelim. Türkiye’de emekçiler ve toplumun önemlice bir kesimindeki değişim arayışının doğrudan bir düzen değişikliği talebine denk düşmediği açıktı, Millet İttifakı’nda cisimleşen restorasyon programı seçimlerde bu tür bir desteği arkasına alarak “şansını denemiş” ve kaybetmiştir. Sonucunda ortaya çıkan şu tablo, yani Kılıçdaroğlu yenilince tüm Kılıçdaroğlu destekçilerinin ya da “1 oy Kılıçdaroğlu’na…” diye başlayan tüm söylemlerin yenik sayılması ise bir galat-ı meşhur olarak sayılmamalıdır.

Şimdi ise toplumun bir kesimindeki değişiklik arayışı bu sefer CHP’nin kongresine endeksli hale gelmiş durumda. Kılıçdaroğlu’nun karşısında “değişimi ve yenilenmeyi” savunduğu söylenen özneler, sermaye düzenindeki çelişkilerin bütününü örtecek şekildeki konumlarıyla politik gündemi belirlemekteler. Burada “yenilenmeyi” savunanlar da var, “biz demiştikçiler” de var, seçim sürecinde aradığını bulamayan CHP muhalifleri de var ama kongre sonucu ne olursa olsun CHP’nin “İkinci Cumhuriyet”in CHP’si olduğu gerçeği değişmeyecektir. Yerel seçimler öncesinde rant paylaşımının ve sermaye transferinin kompozisyonunda yeni başlıklar çıkacak ve belki de CHP topluma dönük daha “solda” bir görünüm vermeye başlayacaktır.

Bunlar elbette olasılık, ancak düzen muhalefetinin düzlemi uzun yıllardır kısır bir döngü içinde devam ediyor, dolayısıyla değişim ve yenilenme arayışındaki kitleler ve hatta Türkiye solu bu döngüyü kırabilecek cesaretteki adımları atabilmiş durumda değil. Kürt siyaseti aracılığıyla parlamenter siyasete atılan adımlar ve sonucunda ortaya çıkan popülist siyaset tarzında yeni bir şey olmadığı gibi.

Biz ise esas meselemize gelelim. Değişiklik ve yenilenme arayışındaki kitlelere, emekçi sınıflara Türkiye solunun ve sosyalist hareketinin işçi sınıfının bağımsız siyasi hattı çerçevesinde bir programla, söylemle ve büyük bir mücadeleyle gitmesi denilen olgunun ivedi bir şekilde hayata geçirilmesi gerçeğinden daha fazla kaçma olasılığımız bulunmuyor.

Bunun yolu ise sınıf siyasetinin yükseltilmesinden geçiyor. Sınıf siyasetinden anladığımız şey özünde düzen karşıtı bir siyasal hattır. Bu hattın da, ekonomizme ya da salt sendikalizme indirgenmiş bir hat olmadığı temel bir doğru olarak karşımızdadır. Dolayısıyla sınıf siyaseti ile sınıfın örgütlenmesi arasında bir boşluk tarif ediyorsak, bu boşluğun doldurulması öncü bir siyasal hattın inşası, kitlelerde umut yaratması ile hayata geçecektir. Bunun ise ekonomik ve sendikal mücadeleyi dışlamak ve yok saymak anlamına gelmediği açıktır. Devrimciler, emekçilerin sermaye sınıfına karşı mücadelesinde her anlamda kavganın içinde yer alırlar, işçi sınıfının ekonomik anlamda da bileğinin bükülmesine karşı sınıf dayanışmasını ve mücadelesini yükseltirler.

Bunda bir sorun bulunmuyor. Ancak, sınıf siyasetini “yüksek siyasete” ya da popülist siyasete kurban etmeyeceksek önce şapkayı önümüze koyacağız. Düzen değişikliği talebinin somutlanması için işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda siyasal mücadeleyi yükelteceğiz. Bugün, yeni bir Cumhuriyet talebi de, laiklik mücadelesi de, özelleştirmelere karşı kamuculuk mücadelesi de buralara denk düşmektedir. Örnek vermek gerekirse, Filistin meselesinde sağlam bir tutum alan Türkiye solunun bu durumu güçlü bir anti-emperyalist mücadeleye tahvil edeceği araçları geliştirmesi, emekçi sınıflara bu anlamda siyasal öncülük etmesi gerekmektedir. Benzeri, Anayasa tartışmalarında laikliğin tasfiyesine direnç oluşturmak bağlamında da ortaya konulabilir, sermayenin çıkarları doğrultusunda Türkiye’de yeni rejimin attığı her adıma karşı çıkmak bağlamında da gündeme alınabilir.

Uzatmadan söyleyelim. Biz komünistler, Türkiye’nin emek, laiklik, bağımsızlık ve sosyalizm kavgasında bir adım öne çıkıyoruz. Türkiye işçi sınıfının “benden sonra tufan” diyeceği kırılma noktalarının koşulları zayıflamamakta, tersine her geçen gün içten içe olgunlaşmaktadır. “Birşeyler değişir mi?” sorusu ve yanıt olarak verilen “birşeyler değişmediyse de birşeyler değişti” bakışı düzen siyasetçilerinin olsun. Güncel, yakıcı ve devrimci olan şey “Bu düzen nasıl değişir?” sorusuna verilen yanıtta gizlidir. Devamında ne söylerseniz söyleyin ama yanıtın aşağı yukarı şu şekilde başladığından emin olabilirsiniz: “Bildiğimiz tek şey var, o da iki sınıf olduğu; proletarya ve burjuvalar. İki sınıf var, eğer birinden değilseniz, öbüründen olmanız gerekiyor.”