Başkanlık tartışmasıyla anayasaya onay istenemez

Haziran Direnişi’ni gerçekleştiren halkımız, kendi anayasasını yazmalıdır. Halk, önüne getirilen metinlere paraf atmaktan ibaret bir durumda olmamalı, tersine bu metinleri yazacak bir güç haline gelmelidir.

Ölümü gösterip sıtmaya rıza istemek tam da budur. Başkanlık tehlikesini gösterip “önemli olan anayasa” diyerek AKP’nin kurduğu gerici, Amerikancı ve emek düşmanı rejimin onaylanması anlamına gelen bir tutumla karşı karşıyayız.

Düzen muhalefeti tam da bunu yapıyor. Her zaman yaptığı gibi. Düzen karşıtı güçleri yeni bir “yetmez ama evet” siyasal çizgisine çekme adımları olarak okunması gereken siyasal bir sürece giriyoruz. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacını gündeme getirip bu anayasa tartışmalarıyla düzen karşıtı güçleri bir kez daha “yeni anayasa” ile umutlandıracaklar.

Düzen muhalefeti tam da bunu yapmıştır. Haziran Direnişi’nde ortaya çıkan halk direnişini sandığa mahkum ederek ehlileştirdiler. AKP’nin geriletilmesini sandığa indirgemiş, Haziran Direnişi’ni 1 Kasım seçimlerine kurban etmişlerdir. Haziran Direnişi’nden darbe kokusu alanlar, AKP’yi “türbülansa” sokan halk direnişine, AKP’yi geriletmek adına sandığa demişlerdi; ancak sandıkta baraj geçilmesine rağmen AKP geriletilememiştir. Bu politika, baştan beri söylediğimiz gibi çökmüştür.

Çünkü siyasetin dinamikleri baraj hesapları üzerine inşa edilecek basit toplama ve çıkarma işlemleri ile açıklanamaz. Siyasetin başka belirleyenleri bulunmaktadır.

Türkiye bugün parlamenter demokrasi adıyla bir yönetim biçimine sahip. Memnun muyduk? Başkanlık olmasa da sermaye düzeni bitecek mi?

Seçimlerden önce hep yazdık. AKP’nin kurduğu İkinci Cumhuriyet rejimi, bu ülkeye dar geldi, biçtikleri elbiseyi sağından solundan yamayacaklar, bazı yerleri daraltıp, bazı yerleri bollaştıracaklar diye… Ancak elbise aynı elbise olacak ve bu elbise Türkiye’ye yakışmamaktadır. Bu elbise gericiliği, emek düşmanlığını ve işbirlikçiliği temsil ediyor.

Bugün bu elbisenin yırtılıp atılması için mücadele gerekiyor, dün olduğu gibi… Bu elbisenin yamanmasına yol açacak her şey sermaye düzeninin devamından başka bir anlama gelmiyor.

AKP’nin elinde başkanlı-başkansız iki model olduğu bilinmektedir ve AKP tarafından gündeme getirilecek anayasa tartışması mutabakat arayışından başka bir şey değildir.

Mutabık değiliz! Sermaye düzeniyle, gericilikle, Amerikancılıkla, AKP’nin kurduğu İkinci Cumhuriyet’le!

Yapacakları ve söylemleri belli. “12 Eylül anayasasına karşı sivil anayasa, demokratik açılımlar, Kürt sorununda düzen içi çözüm paketi”. Bunun için Kürt illerinde Kürt burjuvazisini, Kürt gericiliğini, Kürt aşiretlerini, korucuları, “sivil toplum” temsilcileri adıyla sürece katacaklar. Yeni bir anayasa tartışması gündeme geldiğinde, bu anayasanın sözde sivil toplum muhataplarıyla konuşacaklar. Şimdiden söylüyoruz, bu süreç Kürt sorunu söz konusu olduğunda en fazla Kürt burjuvazisine temsiliyet kazandıracaktır.

AKP’nin kurduğu bu rejime hayır dedik, direndik, sokaklara çıktık, Cumhuriyet’in kazanımlarını savunduk. Bugünkü siyasal ortamda bu rejimin adı konulacak, bu rejimin kuralları bağlanacak, bu rejimin gericiliği onaylanacak. Yani Kürt sorununda sözde demokrasi paketi, laikliğin ise paketlenmesi! Yeni anayasa, eğer ortaya çıkarsa, bundan öte bir anlama gelmeyecektir.

Peki, yeni bir anayasa gündeme geldiğinde buna sessiz mi kalacağız, eski 12 Eylül anayasasının savunulacak neresi var? Tabi ki tutar bir hiçbir yanı bulunmuyor. O yüzden yeni bir düzenin, yeni bir cumhuriyetin mümkün ve gerekli olduğunu söylemekten geri adım atmayacağız

Haziran Direnişi’ni gerçekleştiren halkımız, kendi anayasasını yazmalıdır. Halk, önüne getirilen metinlere paraf atmaktan ibaret bir durumda olmamalı, tersine bu metinleri yazacak bir güç haline gelmelidir.

Düzen muhalefeti, HDP ve CHP, bu sürecin önüne geçemezler. Kendilerini kurdukları yer, düzeni karşıya alan bir zemin değildir. AKP-CHP koalisyon görüşmeleri tam da böyledir. HDP’nin başkanlık tartışmalarında dümen kırması ve “anayasa asıl mesele, yönetim biçimini tartışırız” demesi tam da böyledir.

Seçimlerden önce böylesi bir tablo oluşma olasılığının güçlü olduğunu, düzen karşıtı güçlerin seçim politikasının başka bir partiyi desteklemek olamayacağını defalarca yazmıştık. Bu politikanın, düzenin mutabakat sorununun ve yeniden yapılanmasının önünün açmaktan öte bir anlama gelmeyeceği bir kez daha görülmüştür. “AKP rejimi çöküşte, AKP’nin gidişinde rolü olmayan solun geleceği yoktur” diyerek AKP’yi geriletme vekaletini düzen muhalefetine verenler, İkinci Cumhuriyet’in yeniden yapılanmasında kendilerine yer bulabilirler.

AKP’yi geriletmek “umuduna kapılan” ve esen rüzgarın etkisinde kalan yurttaşlarımız şimdi “ölüm-sıtma” siyaseti ile karşı karşıya kalacaklardır. Başkanlık gelmesin de ne olursa olsun demek “ılımlı laikliğin” yani “kuzu postuna girmiş gericiliğin” onaylanmasıyla sonuçlanabilir. Sakın unutmayalım!

Anayasayı tartışalım, yeni bir düzeni tartışalım, yeni bir cumhuriyeti tartışalım! Başkanlığa da, İkinci Cumhuriyete de hayır diyelim. Ve Nazım’ın dizelerini okulda, işte, otobüste, sokakta mırıldanmaya asıl şimdi başlayalım:

“Bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler/ Ve elbette ki sevgilim elbet/ dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya/ dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle, işçi tulumuyla/ bu güzelim memlekette HÜRRİYET”

Yüksek sesle söyleyeceğimiz günler için…