Hendek-uçurum denklemi

Bugün, Kürt meselesinde, alınan virajın, “iki milli irade” kavramları ile açıklanmasının getireceği sonuçları şimdiden görmüş olmalıyız.

“Hendekten çıkılır ama uçuruma bir kere düşülürse çıkılamaz.”

Bu ifadeler Gündem Gazetesi’nin kadim yazarlarından Veysi Sarısözen’e ait. Hendek ve uçurum arasındaki denklemi özerklik ve başkanlık sistemi olarak soyutlayan yazar, iki milli iradenin kesişmek zorunda olduğundan bahsedip yolu ise şöyle gösteriyor. “Şu anda Erdoğan çıksa ve ‘Siz başkanlığı tartışın, ben de özerkliği Dolmabahçe mutabakatına dönerek tartışmaya hazırım’ dese, o anda hendekler kapanır”

Yazarın bu tanımlamasına karşılık, aslında bir çoğumuzun “iyi ama, Dolmabahçe mutabakatının en etkisiz maddesi ile başkanlık rejimi birbiriyle tam çelişkili” demesinin, Sarısözen ve aynı düşünceyi paylaşanlar tarafından basit bir “batılı” kaygısı olarak görüldüğü anlaşılıyor. Tartışmak denilen şey birbirlerine uydurmak ise, burjuva demokrasisi bunu gerektirir deyip geçmeniz bekleniyor.

Aslında bu alıştığımız bir durum. İster yalancı barış baharları ister kanlı savaş dönemleri hangi süreçte olursak olalım, konunun ağırlığı ana özneyi de siyaseten bir baskılamaya itiyor. Ancak her ne hikmetse bu baskılama mücadelenin konusu olması gereken siyasi iktidara dönük olmaktansa, sürecin kodlamalarına uyum göstermeyen sosyalistlere, solculara dönük oluyor.

Şu aralar ise tehlikeli ve bir o kadar açık bir şekilde yeni bir baskılama dönemine girdiğimizi düşünüyorum. Diğerlerinden belki de tek farkı bu baskılamanın bu defa sadece uyum göstermeyenleri değil, daha geniş kitleleri de içine almaya odaklı olmasıdır diyebiliriz.

Biraz açayım.

Bugün, Kürt meselesinde, alınan virajın, “iki milli irade” kavramları ile açıklanmasının getireceği sonuçları şimdiden görmüş olmalıyız.

Her şeyden önce ilkesel olarak reddettiğimiz “mili iradeye saygı” tanımlamaları halkların başındaki büyük belalardan biri olmaya devam etmektedir. Konu Kürt halkının anlaşılır siyasi iradesi boyutunu tamamen aşmakta, Milli irade noktasına getirilmektedir.   Somut olarak da güncele çevirisi aynen şöyledir. “Batıda Türkler rahat içki içsin diye, biz burada ölüyoruz. Batının milli iradesi doğunun milli iradesi her şeyi kendi içinde çözer”. Baskılama dediğim de tam da budur.

Milliyetçilik ve dincilik halkların iki vazgeçilmez afyonudur. Bir halka ne zaman bu afyonlar şırınga edilirse, hele hele bu halk Kürt halkı ise, ezelden beri hep iki nedenle şırınga edilmiştir. Ya yaşayan bir ölü halk olması için ya da ölmeden önce uyuşturmak için…

Şimdi o şırınganın sadece AKP’nin elinde olduğunu kim söyleyebilir?

Şırınganın maddesi bugün ne yazık ki ithal değil ihraç edilmektedir. Kürt “akil adamlarının” bazıları bunu misyon edinmiştir. Devşirme değildirler, dönek hiç değildirler, samimidirler ve arkalarına “Kürt milli iradesini” almaktadırlar. Köşelerinden rahatça halkın yerine milleti koyarken, Türk milleti kavramını da sonuç olarak yüceltmiş olurlar. AKP’yi ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler son tahlilde irade kavramına dayanarak ona saygı duyarlar. Onu uçurumdan aşağıya atmak yerine, el uzatmakta olduklarını açıktan yazmaktadırlar.

Sonra mı? Sonra bu tezlerin izinden yürünecekse, Hendek – Uçurum denkleminde, uçurum Kürt Halkına, hendek AKP’ye kalır.

Son mu? Kim demiş…

Halklar uçurumdan çıkabilir, ancak burjuvalar, faşistler, gericiler, emperyalistler bir düşerlerse bir daha çıkamazlar. Yeter ki o ittiren elleri zamanında tutmaya çalışanları hafızalardan hiç çıkarmayalım. Hele hele bu aralar…

Silvan’da öldürülen çocukların aşkına…