Kapıma gelen mektup

Yıllarca söylediğimiz ve Kürt sorununu küçümsemekle itham edildiğimiz, müzakere sürecinin bir barış süreci olmadığı tespitinin, şimdi daha da açığa çıkmış olması gizlenemez bir gerçek olmalı.

Sn. Aysel Tekerek adına ve adresine gönderilen mektubun, seçimlerle olan ilgisini, mektubu elime aldığımda anlamış oldum. Aynı aileden sadece kadınlara gönderilen mektup HDP amblemi ve Eş başkanların imzasını taşıyordu.

Açtık, okuduk. HDP’ye teşekkür ederiz. Arkasındaki emeği görmemek olmaz.

Ancak her ne kadar seçim mektubu olsa da elimdeki belgeyi okurken bende yarattığı düşünceler açısından seçimi geride bıraktı. Bu mektubun bendeki etkilerini ise sizlerle paylaşmamın nedeni aslında tam da verilen bu emeğe, bir halka, ülkeme, tarihe ve geleceğe duyduğum saygı ile ilgili. Bir çeşit mektuba cevap da diyebiliriz. Bizde adettir. Hiçbir şey karşılıksız bırakılmaz.

Buraya mektubun tamamını alamayacağım için tamamını ilgili kanallardan edinmeniz mümkün, meraklısına tavsiye ederim.

Öncelikle bu mektubun son cümlesinden başlamak isterim. Güzel ve etkileyici ama ne yazık ki gerçek dışı o cümle ile…

“7 Haziran arife idi, 1 Kasım bayram olsun diyoruz” diyor HDP.

Açıkça yazmakta fayda var. 7 Haziran’da mutsuz olan bir solcu düşünemiyorum. Hemen hemen her solcu, komünist 7 Haziran akşamı, yüzündeki gülümsemeye ve gülümseyenlere bakıp bu tabloyu özlediğini kimseden saklamamıştır. Sonra ülke ve gelişmeler bizleri, bu sevincin hemen bir adım ilerisine çok da beklemeden götürmüştür. Elbette bir arife tarif etmek için bir bayram tarif etmek gerekir. Ancak belli ki bayramın gelişi bu arifeden bellidir. Arife ile bayram arasında yaşananlara bakıldığında gelenin bayramdan ziyade arifeye de önüne katıp götüren bir dönemeç olduğu yaşanmışlıklarla sabittir. Savaş hükümetine bakan veren tek parti olan HDP, daha fazla taşıyamadığı bu kararı geri almak zorunda kalmış, yine de en zor anlarda, AKP ve diktatörü stratejik olarak sevindirmiştir. Tıpkı AKP’nin otuz küsur gün CHP ile oynadığı tiyatroda rol arkadaşından çok memnun kalması gibi. “Seni başkan yaptırmayacağız” iddiası ile yüzde on üç gibi önemli bir orana umut olan HDP’nin koalisyon tartışmalarına “AKP ile bir koalisyon kurulsun” diyerek su serpmiş, “Muhalefet olarak başka bir şey yapabilirdik” cümlesi ise seçim kararından sonra bir propaganda cümlesi olarak icad edilmiştir. Ne yazık ki bu yazdıklarım aksi ispat edilemeyecek gerçeklerdir. Ve hemen ekleyeyim. Bu arife ile bayram arasında o kadar çok kan döküldü ki, o kadar çok kaybettik ki birbirimizi buna rağmen bile 1 Kasım’dan sonra AKP’nin olası koalisyon ortaklarını düşünen ve dillendirmelere başlayan HDP’nin katliamlardan çıkardığı siyasi sonuca bakıp şaşar olduk. Oysa bizim için katiller bellidir. Onların gönlüne su serpmeyiz, yitirdiklerimize verdiğimiz sözü asla unutmayız.

Ve barış…

Ne güzel bir sözcük ne onurlu bir mücadeledir barış mücadelesi… Barış mücadelesi sadece barış için verilir. Yani insan insanı sömürürken bir de öldürmesin diye, zaten kardeş olan halklar düşmanlaşmasın diye. Sömürenlerin savaş kılıcı ellerinden alınsın, işgal politikaları dursun ve bitsin diye…

Ancak HDP’ye göre tam da böyle değil. Diyor ki HDP “…biliyoruz ki demokratikleşmenin, toplumsal adaletin ve sağlıklı ekonomik büyümenin olmazsa olmazı barış ve huzurdur”. Yani değişik bir ifade ile ekonomik büyüme varsa, demokrasi varsa,toplumsal adalet varsa barış ve huzur da en asgari şekilde vardır. Öyle mi gerçekten? Peki ya ekonomik büyüme olsun diye, savaş, toplumsal adaletsizlik ve huzursuzluk oluyorsa?

Mektubun, bir çok paragrafında “Yeni yaşam” ve “Büyük insanlık” amacı vurgulanıyor. Oldukça güzel tanımlamalar. Ancak buraya doğru gidişi tarif ederken bu kavramlara biraz ayıp ediliyor diye düşünüyorum. Sorunların konuşarak ve müzakere edilerek demokratik siyaset yolu ile çözülmesini “yeni yaşam” ve “büyük insanlık” hedefleri ile neredeyse bir tutan HDP’nin meseleyi böyle koyduğu ve müzakere edeceği özneyi gizli özne haline getirdiği (ancak bizden gizleyemediği için de) inanmamamızı beklediği şeye kendilerinin de inanmakta zorlandıklarını düşünüyorum. Yıllarca söylediğimiz ve Kürt sorununu küçümsemekle itham edildiğimiz, müzakere sürecinin bir barış süreci olmadığı tespitinin, şimdi daha da açığa çıkmış olması gizlenemez bir gerçek olmalı. Büyük insanlığın gerçekten büyük olduğu tam da şimdi hatırlanmalı.

Burada vurguladıklarımın boyu bir mektuba cevabı aşar elbette. Ve elbette HDP ve Kürt siyasi hareketinin tarihi, amacı güncel durum bir mektuba da sığdırılamaz. Ama mektuplardan süzülenlerin de anlamı hiç yok değil…

HDP’nin yolu açık olsun.

Selahattin Demirtaş’ın 7 Haziran’dan önceki bir konuşmasında ülkenin sosyalistleri için “Biz onlar için ancak bir buzkıran olabiliriz” dediğini hatırlıyorum. Daha sonra savaş hükümetinde yer almadığı için bir sosyalist vekilin vekilliğe tekrar aday gösterilmediğini hatırlıyorum… En hafifi bunlar olsa gerek.

Bu konuyu neden mi açtım?

Biz örgütlü sosyalist siyaset yapanların önü açık olmadıkça eşitlik diyen hiçbir partinin önü de açık olmuş olmaz. Tarih boyunca ilk buzkıranlar bizler olduk. Derdimiz artık kırmak değil o buzları eritip, dağlarımıza, ovalarımıza, halklarımıza, emekçilere derman olmak.

Emekçilerin sosyalizm için örgütlü gücünü büyütmek, büyük insanlık için en büyük görevdir bizler için..

Sen gör sonra, Bayramı… Şöleni…