Sermayenin dünyasından çıkamayan çakılır

Irmak Ildır yazdı: Sermayenin dünyasından çıkamayan çakılır

“Çağımız değişim çağıdır.”

Sıkça duyduğumuz ve aklımıza kazıdığımız bir formül bu. Hiç bitmeyen bir uğultunun ve keşmekeşin ortasında fikir dünyasının “imparatorluğuna” oynayan medya sakinlerinin diline pelesenk olan, herkesin kıyısından köşesinden destek verdiği çağımızın değişmez özü. Doğal olarak biraz akıl yürüttüğümüzde çağımızın yaratıcılığın çağı olduğuna ilişkin bir kanıya kapılabiliriz. Ancak var olan durum tam tersini gösteriyor. Çağımız vasatlığın ve vasatın kutsanmasının çağıdır.

Böyle olduğu için herhangi bir toplumsal-siyasal olayda “yüzyıllık ezberler” etrafa saçılıyor. Bir ülkenin mutluluğu, huzuru, refahı ve özgürlüğü “klasik demokrasi” anlayışı çerçevesinde ele alınıyor ve ona göre notlanıyor. Bir an için olsun halkın kendi kendine yönetiminin başka türlü bir anlamı olup olamayacağı sorgulanmıyor.

Gene aynı şekilde büyüme ve kalkınma arasındaki ilişkide benzer bir biçimde ele alınıyor. Gelişme, piyasanın dar çerçevesine sıkıştırılıyor. Büyüme verileri arkasındaki toplumsal gerçekler olmadan ele alınıyor. Örneğin bir ülkenin ekonomisinin büyürken eşitsizliğin ve onun yarattığı toplumsal sorunların, sömürü, adaletsizlik, işsizlik vb.. durumlar, hiç ele alınmıyor.

Ancak insanlar bunu ele almıyor diye, biz insanlara kızacak değiliz. Geçmişte olduğu gibi, çağımızda da “egemen sınıfın düşünceleri toplumdaki egemen düşüncelerdir” görüşü hala gerçekliğini sürdürüyor. Dolayısıyla var olan çerçevenin arkasındakilere işaret etmeye ve bunun için sürdürülecek siyasal mücadeleye güç vermeye devam etmek durumundayız.

* * *

Ülkemizde yaşanan son tartışmalarda benzer bir içerikte gelişiyor. 2008 finansal krizinden beri en büyük sarsıntıyı yaşayan Türkiye ekonomisi, egemen çerçevenin sınırları içinde tartışılmaya devam ediliyor. Örneğin kurdaki ani yükseliş ve bunun getireceği “yoksullaşma” bir veri iken, bu durumdan çıkış için döviz kurunu aşağıya çekecek stratejiler öne sürülüyor. Bu stratejilerden bir tanesi “dolar boz, TL kullan” şeklinde bir kampanyaya dönüşürken, hiç kimsenin aklına şu soruyu sormak gelmiyor: “Sahi, ekonomi ne zamandan bu yana dövizdeki değişikliklere bu kadar bağlı oldu?”

Doğrusunu isterseniz bu sorunun cevabı AKP iktidarından daha eskilere işaret etmekte. 12 Eylül’den bu yana uygulanan “ihracata dayalı büyüme modeli” doğal olarak kur politikalarını öne çıkartırken, ekonominin bu denli kırılgan hale gelişi ise “neo-liberal sermaye birikimine” yaslanmasıyla alakalı. AKP bu politikaları daha “sınırsız” hale getirirken, özelleştirmeler ve ” tüketim ekonomisi”yoluyla daha bağımlı bir ekonomik yapı inşa etmiştir.

Şimdi döviz kurunun ekonomi üzerinde bu denli bir “psikolojik etki” yaratıyorsa, işte bu ekonomik çerçeve nedeniyledir. Ekonomi tek başına sayısal verilerin ve “görünmez bir elin” tercihlerinden ibaret değildir. Ekonomi son derece siyasaldır ve sonuçları toplumsaldır.
O nedenle bugün “yerli ve milli ekonomik politika” çağrıları anlamsız kalmaktadır. Doların (sermayenin) dünyasından çıkamayan bir ekonominin “bağımsız” karar alma mekanizmaları olamaz. Dolayısıyla bu dünyadan çıkamayan çakılır.

Dün, 2001 ve 2008 krizlerinde, Türkiye ekonomisini kurtaran dış sermaye akımlarıydı. Bir başka deyişle emperyalist merkezlerinde akan para ekonominin çöküşünü engelleyen bir can simidiydi. Sadece 2001 krizi sonrası Türkiye’ye 19 milyar dolara yakın IMF’den para akışı sağlanmıştır. Gene 2008 krizi sonrası Ortadoğu sermayesinin 18 milyar dolarlık bir akış sağladığı düşünülmektedir. [1]

Bugün de AKP, benzer bir duruma bağlıdır. Emperyalist merkezlerin siyasal kararları Türkiye’nin kaderini çizecek durumda. Öte yandan, pazarın gelişkinliği düşünüldüğünde bu bağımlılığa rağmen AKP’nin ve sermaye sınıfının elinde “pazarlık şansı” bulunmaktadır. Örneğin imalat sanayinin çarkları hala dönmeyi sürdürmekte, borç döngüsü devam edebilmektedir.

Ancak şurası açıktır ki; tüm bu sarsıntının maliyeti emekçilere kesilecek. Daha şimdiden patronlar asgari ücret komisyonundaki görüşmelerde “yüzde sıfır zam” talebini ilettiler. AKP’nin de enflasyon düzeyinde zam vereceği konuşulmaktadır. Anlaşılan ücretler önümüzdeki yıl eriyecek. İşsizliğin de hızla tırmandığı, -en son resmi verilerle yüzde 11 görülmüş durumda-, düşünülürse bu maliyetin emekçilere kesilmesi beklenmelidir.

* * *

Sermayenin mevcut hareket planları bu minvalde yükselirken, bu duruma karşı çıkacakların bir hat bulunuyor mu? Ne yazık ki, hayır! Hatta daha da kötüsü bazı kesimlerde bu sarsıntının “Batı dünyasından kopuşun doğal maliyeti” olarak görülmesi ciddi bir zayıf noktayı oluşturuyor.

Açık ve sarih olmak lazım. Bugün mevcut çerçeve içinde debelenip duranlara yol göstermeyi değil, kendi yolumuzu açmanın hesabını yapmak durumundayız. Bunun için mevcut sarsıntının karşısında iki şeyi savunmak lazım:

1- Ekonomideki tüm bu sarsıntının maliyetinin emekçilere fatura edilmesinin önüne dikilmeli, örgütlü bir işçi sınıfı hareketinin nüveleri yaratılmalıdır.

2- Bağımlı ve kırılgan bir ekonomik yapının değişmesi ancak sermayenin dünyasından çıkmayla mümkündür. Bunun için ekonomide kamu ağırlığının arttırılması, ihracata ve tüketime dayalı bir ekonomik büyüme yerine toplumsal kalkınmaya dayalı bir ekonomik model öne çıkarılmalıdır.

Bu konuları daha sonra ayrıntılandıracağız. Ancak, önce bir soruya cevap vermek lazım; öyleyse bu iki maddeyi kimler başarıyla gerçekleştirebilir? Çok açık cevap verelim: bu iki maddeyi yapabilecek olan ne bugünkü düzenin temsilcileridir, ne de onun muhalifleridir. Bunu yapabilecek olan düzenle tüm bağını koparmış bir siyasal hattır. Üstelik tüm zorluklara rağmen açık ve net bir hattın belirginleşmesi bugün zorunludur. Öncelikle işe “bugün değil de, ne zaman?” sorusunu sorarak başlayalım.

En zoru bu soruya verilecek cevap.

 

Notlar

[1] Bu konuda Erinç Yeldan’ın 2008 yılında hazırladığı bir makalede 1999-2003 arası net akışın 20 milyar dolar olduğu söylenmektedir. Bunun çoğu 2001 krizi sonrası gelmiştir. 2008 krizi sonrası akış için de Korkut Boratav’ın o dönem yazdığı köşe yazılarına bakılabilir.