Tarık Akan yaşasa hangi filmde rol alırdı?

Irmak Ildır Tarık Akan'ı ve aydın tavrını yazdı.

“Aydın” üzerine tartışmalara sosyal bilimlerde ve siyasette sıkça rastlanır. Sadece tanımı üzerinde değil, aydının tavrı üzerinde de yürütülen bu tartışmalarda kimi zaman akıl açıcı önermeler olsa da, genel itibariyle dağıtıcı bir içeriğe sahip olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak gene de hem gerçekliğin gücü, hem de bilgisi bize aydının ne olduğuna ilişkin tanımı yaparken önemli bir kıstas koyuyor: “Emekçi halka karşı sorumluluk.”

İşte bu kıstas ölçütünde değerlendirildiğinde geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Tarık Akan’ın kendi muadillerinden önemli bir ayrımı bulunuyordu. Akan, kendi içinden geçtiği dünyanın ve ülkesinin sorunlarının ayrımına yalnızca idrak etmemiş, aynı zamanda bu sorunların çözümüne ilişkin sorumluluk duygusu taşımıştır.

Bu sorumluluk ağırdır, her babayiğidin harcı değildir bunu kaldırmak. Akan bu sorumluluğun ağırlığını hakkıyla taşımıştır. Üstelik bu hakkı teslim ederken eski bir deyim olan “kör ölür, badem gözlü olurdan” yola çıkılmıyor. Gerçekten de aydın tavrı açısından değerlendirildiğinde Tarık Akan bir badem gözlüydü.

Değerli bir insanın kaybının ardından sıralanan methiyelerin sınırsız olması, kişinin değerinin abartılması anlamına gelmiyor. Gerçekte örneklerini birçok kez gördüğümüz üzere “ölümsüzlüğü” keşfeden sadece masallardaki kahramanlar değil, aynı zamanda eserleriyle insanlığın eşitlik ve özgürlük mücadelesinden yana olanlardır. Akan’a yönelik övgülerin özünde ne onun ünü, ne de estetik özellikleri yatmaktadır, bu övgüler onun duruşundan kaynaklanmaktadır.

Dolayısıyla bu değerli insanın kaybı aynı zamanda eski bir tartışmanın yeniden alevlenmesi anlamına da gelmektedir. Aydın tavrı denilen şey; siyaseten muhalifliğe ya da yaratıcılığa indirgenebilecek basitlikte değildir. Aydın tavrı özünde, kabalaştırarak söylemek gerekirse, iki unsuru taşımaktadır. Birincisi eşitlik ve özgürlük mücadelesinde sarsılmaz bir kararlılığa sahip olmak, ikincisi ise emekçi halka karşı sorumluluğu dürüstçe taşıma arzusudur.

***

Bunlar dışında bilgi birikimi, estetik kaygılar, yaratıcılık gibi unsurlar olsa olsa yaratılan eserlerin niteliğini etkileyecektir ve bunlara sahip olmak size “aydın tavrını” vermeyecektir. Bu unsurlara sahip nitelikte eserleri meydana getiren onlarca sanatçı, akademisyen ve yazar bulunmaktadır ama onların değerini oluşturan yukarıda ifade edilen iki unsuru silikleştirmeleridir.

Bugün eğer Tarık Akan’ın yaşamını yitirmesi geniş kesimlerce “büyük bir kayıp” olarak görülüyorsa Akan’ın yukarıda belirtilen unsurları silikleştirmeden hayatına devam etmesi büyük bir etkendir. Onun dışındakiler ise ya laf-ı güzaf ya da Akit çukurunun öfke histerisidir. Öfke duyulan Akan’ın kişiliği değil, onun da parçası olduğu duruşun etkisidir.

Bu etki önemsenmeli ve ciddiye alınmalıdır.

Bu topraklarda aydınlanmanın etkisi, eşitlik mücadelesinin yarattığı izler ve bugünün toplumsal sisteminin yarattığı çelişkiler öyle basitçe üzerine toprak atılıp silinecek değildir. Bunun için hem düzenin temsilcilerinin, hem de sermaye sınıfının “kırk fırın ekmek” yemesi gerekiyor. Tabi, arada kendi yarattıkları çözümsüzlüklere çare bulabilirseler…

***

Bulamayacakları için çözümsüzlüğü kanıksamamak ve “yeniyi bugünden yaratmanın” yolunu bulmak zorundayız. Yaratıcılığın bir tür gerçeklikten kopuk sanallık üretmesinin önündeki en önemli engel ise tarihsel ve güncel bir bakış açısına sahip olmaktan geçiyor. Belki de aydın tavrı denilen şeyin en önemli zorluğu tarihsel ve güncel bakış açısını bir arada yansıtmaktan geçiyor.

Düşünce dünyasının bugünkü hali ise güncel ve tarihsel bakış açısını bir arada yansıtmayı başaracak zemini üretmekten yoksun. Birbirinden kopuk, süreklilik taşımayan köhnemiş fikirleri yeni diye pazarlayan bir düşünce dünyasına sahibiz. Özellikle liberallerin düşünce dünyasında bu kadar kolay at koşturabilmesinin, teknokrat görünümlü şahısların “aydın” diye yutturulabilmesinin en önemli kaynağı tam da böylesi bir düşünce dünyasının varlığıdır. Ancak bu düşünce dünyasının hakimiyetine rağmen, bu toprakların aydınlanmaya, eşitliğe ve özgürlüğe duyduğu arzuyu bastırabilecek herhangi bir “yaratıcılık” bulunmuyor. Ortada yaratılan gerçekliğin büyük oranda sanal olduğu, umutsuzluk ve zehir saçtığını kabul etmek gerekiyor.

Akan ve muadili olan kuşaktan sanatçı, bilim insanı ya da yazarın hala daha etki yaratabilmesinin altında yukarıda ifade edilen gerçeklik yatıyor. O yüzden bugün hala Maden, Sürü, Yol, Çark gibi filmler önemini koruyor. Sadece tarafını belli ettikleri için değil, emekçilerin dünyasını açık seçik yansıtabildikleri, bu dünyanın ihtiyaç duyduğu şeye işaret edebildikleri için….

O nedenle Tarık Akan’ın hayatını kaybettiği an şu düşünce deneyini yapmaktan hiçbir beis duymamak gerekiyor. Tarık Akan yaşasaydı hangi filmde rol alırdı?

Eğer “Sürü”nün izi sürülecekse, “Yol” takip edecekse ve “Maden”in “Çark”ı dönmeye devam edecekse o filmin içinde mutlaka emekçiler olacaktır.

Akan belki yaşamına devam edebilse ve bir filmde oynasa Soma’da madenci Nurettin’in neden katledildiğini bir kere daha hatırlatır, Bursa’da işçi Rauf’un gerçekleri farkına varmasını işler ya da bir inşaatta Şivan’ın gurbet ellerde nasıl ekmek parası kazandığını anlatırdı.

Nurettin, Şivan ya da Rauf….

Bir daha sahneye çıkarlar mı?

Çıkarlar.

Sadece doğru örnekleri yakalayacak bir açık siyasallığa ve bunları yansıtacak güçlü bir örgütlülüğe sahip olunsun. “Aydın tavrı” göstermek isteyecek düşünce dünyası insanlarına da sadece bir öneri olsun; cam işçilerinin dünyasına bir günlüğüne konuk olun. Anlatacak çok şeyiniz olacak; tıpkı diğerleri gibi…