Derinden gelen kökler ve sol

Irmak Ildır yazdı: Derinden gelen kökler ve sol

Birleşik Metal’in 70.kuruluş yıl dönümü vesilesiyle “Maden-iş Tarihi Çalışma Grubu” bir kitap yayımladı. Kitap sendikal hareketin önemli unsuru olan Birleşik Metal’in kökenlerine ışık tutuyor. Eksik ya da katılmayacağınız kimi noktaları olmasına karşın önemli bir tarihselliğe ışık tutuyor. Kitabı yazanlara ve bugüne ışık tutanlara saygılarımızı iletiyoruz.

Kitabın adı ve tartışmaya açtığı nokta ise oldukça önemli. “Derinden gelen kökler” ismini taşıyan kitap İlya Ehrenburg’un unutulmaz üçlemesinin son ikisini oluşturan “Dipten Gelen Dalga” kitabına bir atıf taşıdığı düşüncesini doğuruyor. Gerek kitabın çıkışı, gerekse de kitabın tartışma açtığı bağlam üzerinden, “derinden gelen köklerin” bir kez daha ele alınması gerektiği kanısındayım. Elbette farklı bir düşünsel boyutta.

Ülkemizde gerçekten sınıf hareketinin ve mücadelesinin kökleri oldukça derinde. Gerek yüklü tarihiyle, gerekse de bugüne bıraktığı derslerle bu köklerin kolayca sökülüp atılamayacağını söylemek gerekli. Öte yandan, sınıf mücadeleleri alanının derinde yer alan köklerinin bugün düzeni sarsacak güce sahip olmadığını rahatlıkla tespit edebiliriz. Bu tespit gönül acıtıyor olsa da, bugünkü gerçekliğimizi anlamak açısından önemli bir yere işaret ediyor.

Derinden gelen köklerin bugünkü etkisinin sınırlı olması Türkiye’ye özgü değil. Gerilemenin kaynağını 21.yüzyıldaki siyasal güç dengelerinde gizli. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından yeniden yapılanan emperyalist sistem, 21. yüzyılda emperyalizmin merkezinde yer almayan ülkelerin işçi sınıflarını esir almış durumda. Düzen işçi sınıfını her yandan kuşatırken, bir varlık olarak işçiyi üretim ve tüketim döngüsünün aktörü olarak yeniden şekillendirmiş ve rolünü “tüketici üreten” noktasına çekmiştir.

Ancak bu yeni yapılandırma yalnızca üretim tekniklerinin değişimiyle açıklanamaz. Kredi sistemi bugün akıl almaz bir biçimde genişliyor, borçlanma olgusu tarihin en yüksek seviyelerine çıkıyorsa sermaye sınıfı siyasal, ideolojik ve ekonomik alanda ağırlığını hissettirdiği içindir. Bu durumun sonucu olarak eşitsizlik yaygınlaşırken, bir sınıf olarak işçiler tarihinin en yönsüz noktasına itilmiş durumda.

***

Bu noktayı anlamak için basit bir örneğe bakmak yeterli. Bize yakın olduğu için çoğunlukla Şili’deki neo-liberalleşme deneyimine atıf yapılır. Tüm tarihsel farklılığına rağmen Şili’de 1973 yılında gerçekleşen faşist cuntanın izlediği yol Türkiye dâhil olmak bir dizi emperyalist sistemin çevre ülkesinde benzer bir modeli ortaya çıkarttı.

Şili’de faşizm işçi sınıfını örgütsüz kılan, kamusal alanı da yeniden düzenledi. Sonucunda ülkedeki tüm kamu yatırımları hızla özelleştirildi. Serbestleşme adı altında ülkenin tarımsal kapasitesi ve yer altı kaynakları uluslararası sermayeye peşkeş çekildi. Bunun karşılığında Şili çok ciddi kredi akışına maruz kaldı.

Şili’de cuntanın işi bitip sosyal demokrat ve liberal partiler başa geçince, Şili’deki neo-liberal dönüşümün hızı biraz yavaşladı. Gene de kredi genişlemesi sayesinde yeni düzenin kaymağını yiyen “profesyonel girişimciler” hızla zenginleşti. 90’lı yılların ortasından itibaren kredi sistemindeki genişleme, tüketici kredileri yoluyla, yeni bir düzenleyici mekanizma yarattı. Tüketici kredilerinin hacmi 2000’lerde üç kat artarken, bu duruma yorumcular kredilerin toplumsal kimliği, değişimi ve tüketimi disipline eden bir yanı olduğu yorumunda bulundular.[1]

Şili’nin yaşadığı bu deneyimin benzerini Türkiye’de yaşadı. AKP’nin kredi sistemi üzerine kurduğu ve inşaat zenginlerini öne çıkarttığı toplumsal yapı aynı zamanda işçi sınıfı üzerinde de şekillendirici bir rol oynuyor. Kısacası borçlandırılan işçi sınıfı, derinden gelen köklerine rağmen güçlü bir örgütlülüğü olmadığı için düzenin saldırılarına açık hale geliyor. Bireysel Emeklilik Sisteminden tutun, istihdamın esnekleştirilmesine kadar atılan tüm adımlar yukarıda ifade edilen toplumsal ilişkilerin düzenleyici etkisi altında atılıyor.

Öte yandan bu döngünün sonsuza kadar sürmesi mümkün değil. Bu durum kendi içindeki çelişkileri güçlendiren bir yan taşıyor. Tüketim odaklı, finansallaşmış bir ekonominin emperyalist sistemin bağımlı konumunda yer buluyor oluşu onu moda deyimle “kırılgan” hale dönüştürüyor. Türkiye’nin egemenleri emperyalizme hizmet ettiği sürece bu döngünün çarklarını besleyebilir. Nitekim AKP’nin Almanya örneğinde olduğu gibi en ufak bir siyasi krizde “aman biz girişimcilere bir şey demiyoruz, Almanya’nın başımızın üzerinde tacı var” noktasına gelmesinin altında yatan neden de bu.

***

Yukarıda söz edilen kırılganlık, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin düzenleyici etkisini de sınırlıyor. Nitekim yükselip alçalan tepkilerin varlığı tam da bununla ilintili. Örneğin nasıl Şili örneğinde neo-liberal sistemin açığı olan eğitim sistemi büyük bir toplumsal öfke haline dönüştüyse, Türkiye’de de yeni düzenin kurulma sarsıntıları toplumu sokağa inme refleksine itiyor. [2]

Toplumun arayışlarına cevap verme isteğinde olacak bir solun bu refleksleri örgütlü, daimi ve yönlü hale getirmesi gerekli. Ancak bunun için derinden gelen köklerin hangi toprağa bastığını iyi bilmek gerekli. Nitekim son günlerde açılan bir tartışma bu açıdan önemli. İyi niyetli olduğunu düşündüğüm bir yazıda İnönü Alpat solun cumhuriyetin kazanımlarına karşı bu kazanımları önemseyenlerle arasına set çekmesini yanlış bulduğunu ifade ediyor. [3]

Bu “itirafın” sol açısından önemli sayılması gerekiyor. Ancak gene de solun bu konudaki yorumlarının güncelin baskısıyla ilerlemesinin bir anlamı yok. Birkaç yıl içinde “siyaset yapma” adına solun birçok kez eksen değiştirmesi, kökün bir kısmının pek sağlam zeminde yer almadığını gösteriyor. Halbuki çok daha sağlıklı bir zeminimizin olduğunu bilerek hareket etmek gerekli.

O yüzden derinden gelen kökler önemsenmeli ve bugün için sadece geçmişin avuntusuyla yetinilmemeli.

Ne demişler bilirsiniz: Halep oradaysa, arşın da burada.

Notlar:

[1] Clark, T.D., Şili’nin Kapitalist Devriminde Sınıfsal Dönüşümler(akt: Sınıflar Dönüşürken, Socialist Register), s.200, Yordam Yayınları, 2015

[2] Şili’deki durumun sonucu olarak şuradan bir hatırlatma yapalım:http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/03/140313_sili_ogrenci_liderleri Şili’de hareketlenmenin durmuş olması ise başka bir yazının hikâyesi diyerek şimdilik bu kısmı bırakalım.

[3] http://www.inonualpat.net/solu-koksuz-vatani-solsuz-birakmak