Fırsatçılığınız salgından beter

Bitmeyen fırsatçılığıyla salgından beter bir tabloyu yaratan sistem, yenilenmeyi değil, baştan aşağı değiştirmeyi zorunlu kılıyor.  Bu fırsatçılığa da başka türlü bir cevap vermek olanaklı değil. Bitmeyen fırsatçılığa karşı, bitmeyen kavga... İşte hikaye bir kez daha böyle yazılacak.

John Steinbeck’in ünlü kitabı “Bitmeyen Kavga” adlı kitabı ismiyle özdeşleşen bir mücadeleyi anlatıyor. Kitap açılış ve son bölümüyle bir kesit anlatıyor okuyucusuna ve hikayenin sürüp gittiğini hissettiriyor okuyucusuna. İsmiyle müsemma olan kitabı Steinbeck bugünlerde yazmaya kalksa, “bitmeyen fırsatçılık” olarak değiştirir, anlattığı konuyu ise yönetenlerin “fırsatçılığına” çevirirdi.

Normal dönemlerde her konuyu kendi lehlerine çevirmek konusunda uzmanlaşmış olan yönetenlerin, salgın döneminde de benzer bir bakış açısıyla konuya yaklaştığı görülüyor. Çıkarılan yasalar, yapılan  politik hamleler ve en önemlisi ortaya atılan söylemler, salgının yarattığı ekonomik, sosyal, siyasal tabloyu kontrol etmeyi amaçlıyor. “Yönetme” fiili ile “kontrol” etmenin iç içe geçmişliği açısından sorun yok ama bu fırsatçılık, salgından beter sonuçlar doğuruyor.

Üstelik bu durum yalnızca Türkiye için geçerli değil, tüm sermaye iktidarları aynı refleksle konuyu ele alıyor. Sadece çarpıtma, baskı ve yalana başvurmaktan söz etmiyorum. Bunlar, yönetici sınıfların doğal özellikleridir. Söz ettiğimiz şey; normal zamanlarda yapamayacakları şeyleri talep etme açısından büyük bir mesafe kat etmiş durumda sermaye iktidarları. Dolayısıyla, sermaye iktidarlarının elde ettiği kazanımlarından ilki; yaratılan “düşman” imgesidir. Elde edilen kazanımlardan ikincisi ise sistemin yarattığı ekonomik ve sosyal sorunları toplumun sırtına “yükleme” becerisidir.

***

Yaratılan düşman imgesi, uzunca bir süredir emperyalist sistemin biriken çelişkilerinin özel bir sonucudur. ABD ve AB merkezli sermayenin 2008 finansal krizinden beri yaşadığı kırılma, kapitalist üretim tarzının içinden çıkmakta zorlandığı bir dizi başlık yarattı. Yaratılan finansal sistem, bir yandan bu sermayenin yaşaması için ciddi olanaklar sağlarken, diğer yandan içinden çıkılmaz sorunlar yaratıyordu. Borcu borçla kapatan, kredi sisteminin yarattığı büyümeyi sanal olarak yaşatan bu sistem, içinde barındırdığı muazzam eşitsizlikle büyük çelişkiler barındırıyor. Ancak bundan önemlisi, 2008 sonrası uygulanan tüm politikalar, finansal krizi çözemediği gibi yeni merkezlerin yükselişine de sebebiyet verdi.

Çin’in 90’lardan itibaren yarattığı birikimli büyüme, 2008 sonrası yavaşlamasına karşın Batı’nın yaşadığı sorunlarla karşılaştırıldığında “yükselen güç” değerlendirmelerine neden oluyordu. Kapitalist tekellerin, otomotiv, tekstil, elektronik ve kimya sanayinden elde ettiği büyük gelirler, büyük oranda Çin’den sağlanırken, Çin uzun süren bu birikimli büyümesini, ABD ve AB merkezli finansal politikaların yarattığı iklimle birleştirerek tempolu bir büyüme sağladı. 2016’dan beri ABD ve AB için verilen sinyaller, sözünü etmeye çalıştığımız bu çelişkinin giderek büyümesine neden oldu.

Salgın öncesinde ABD  ve Çin arasında yaşanan ticaret gerilimleri, yeni bir düşman yaratma ihtiyacı duyan kapitalist sistem için bir tür ön gösterim sunuyordu. Öte yandan, ticaret geriliminin kapitalist ekonomi üzerinde yarattığı baskı, 2016’dan beri verilen sinyallerin ağırlaşmasına neden oldu. Bir dizi emperyalist merkezin bu ticaret geriliminden çıkardığı sonuç; 2020 yılının ekonomi için bir tür durgunluk getireceği beklentisiydi.

Ticaret geriliminin hafiflemesi ile 2020 yılındaki durgunluk beklentisine ilişkin tahminler hafiflerken, salgının Çin’de 2019 sonu itibariyle başlaması işleri değiştirdi. Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 için alınan önlemler, büyük bir ekonomik gerilemeyi beraberinde getirdi. Salgının tablosunu yönetme konusunda Batı’nın yaşadığı beceriksizlik, kapitalist dünya için yıkıcı bir “dış şok” haline dönüştü. IMF’nin Nisan ayı başında yayınladığı değerlendirmeye göre, yaşanan ekonomik buhranın boyutu 1929 bunalımından bu yana “en büyük” olanı. 170’den fazla ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası bu süreçte gerileyeceğini düşünen IMF’ye göre 3,3 milyarın işi “tehlikede“. [1]

Bu kadar büyük bir etkiyi göğüsleyemeyen ve kendi özel çıkarlarını toplumun çıkarlarının üzerinde tutan emperyalist ülkelerin, bu durumun yaratacağı sonuçları çevirebilmesi yeni bir düşman yaratmaya yukarıda ifade edilen gerçeklerden ötürü ihtiyacı var. 2000’lerin başından bu yana “terörizm” ve “güvenlik politikaları” ile durumu kontrol etmeye çalışan emperyalizm, şimdi de yeni bir düşman yaratıyor. Salgının yarattığı politik psikoloji, tam da bu gerilimin beslenmesi için bir fırsat tanımış durumda. Düne kadar bu konuda çekimser kalan orta sınıflar, yaşadığı korku ile düşman yaratma kampanyasına belirli bir oranda katılmış durumda. Özellikle mülteciler ve göç sorunları üzerinden bu tür düşmanlaştırma çabalarına alışan orta sınıflar, şimdi söylem yaratma kapasitesini hayli besleyen bir tavır geliştiriyor.

***

Bu durumun yaratacağı kalıcı bir etki olup olmadığını göreceğiz. Son kertede, sermaye iktidarlarının elde ettiği bu beceri bıçak sırtında duruyor. Bugüne kadar sergilenen pratiklerin başarısızlığı, işlerin ters dönmesine de neden olabilir. İşler tersine de dönse, bu durumdan etkilenenin yalnızca Çin olmayacağı açık. Dolayısıyla bıçak sırtı durumu çözebilmek için elde edilen ikinci fırsatı da değerlendirmek için adım atacaktır sermaye iktidarları. Bu konuda pervazsız bir yarış sürüyor. Salgının yarattığı maliyetin toplumun sırtına yükleme konusunda ciddi hazırlıklar söz konusu. Yasaları bu yönde değiştirmeye çalışan iktidarlar, borçları da kamu bütçesine yıkarak sorunu çözmek istiyor.

Elde edilen ikinci fırsatın ise güçler dengesinde olduğunu söylememiz lazım. Siyasi iktidarlar bu konuda tavizsiz bir görünüm sergilerken, toplumları bu konuda ikna edebilme kapasiteleri, düşman yaratma becerilerine göre düşük. Kapitalizmin yarattığı sorunların, kapitalizm içinde çözülemeyeceğine ilişkin genel kanı, yasalar nezdinde elde edilen başarıyı gölgeliyor. Bu noktada, sosyal demokrasinin klasik çözümlerinin gündeme gelmesi olasıdır. Çeşitli ülkelerdeki sosyal demokrat siyasetçiler “artık halkçılık zamanı” söylemini öne çıkarırken, benzeri de ülkemizde gelişti. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 22 Nisan günü Cumhuriyet Gazetesinde çıkan yazısı, bu çözümün ayrıntılarını ifade ediyor. [2]

Kılıçdaroğlu’nun ayrıntılarını açıkladığı sosyal demokrat program, sermaye iktidarlarının pervasız politikalarının yükselteceği çekişmeleri farklı bir kanala yönlendirmek açısından bir seçenek olarak düzen içinde duruyor. Düzenin bu programdaki bazı unsurları, vergilendirme ve sosyal politikaları, belirli açılardan uygulayacağı; ancak yasalar açısından sermayeye müthiş olanaklar sağlayacağını söyleyebiliriz.

Her iki kazanımın burada kesişme noktasına vardığını söyleyebiliriz. Bu kesişme noktası, aynı zamanda çözümsüzlüğün de diğer adıdır. Bu nedenle bitmeyen fırsatçılığıyla salgından beter bir tabloyu yaratan sistem, yenilenmeyi değil, baştan aşağı değiştirmeyi zorunlu kılıyor.

Bu fırsatçılığa da başka türlü bir cevap vermek olanaklı değil.

Bitmeyen fırsatçılığa karşı, bitmeyen kavga…

İşte hikaye bir kez daha böyle yazılacak.

Notlar

[1] “Coronavirus: Worst economic crisis since 1930s depression, IMF says”, BBC News, 9 Nisan 2020,  link: https://www.bbc.com/news/business-52236936

[2] Kemal Kılıçdaroğlu, Alçakgönüllü bir uygarlığın inşasına çağrı, Cumhuriyet Gazetesi, 22 Nisan 2020