Gençliğin durumu, gençliğin yolu

Özellikle pandemi dönemiyle şunu bir kez daha anladık ki; eğitim tamamen piyasacı bir mantıkla varlığını bir sınıfa yönlendirerek, kendini yoksul olan ve imkânı olmayan gençlerin kanını emerek sömürme üzerine koşullandırmıştır. Paranız varsa okursunuz, paranız varsa işinizi yaparsınız ve son olarak paranız varsa ölüm riskine girmezsiniz...

Gençliğin durumu, gençliğin yolu

Arjin Avcı

Ülke olarak gündemlerin her an arttığı, değiştiği, yok olduğu uzun bir zaman diliminden geçiyoruz. Böyle gittiği sürece, yine uzun bir zaman boyunca devam edeceğini öngörme olasılığımız da gittikçe artıyor ve doğal olarak bizi yeni umutsuzluklara, telaşlara sürüklüyor. Her yanımız işsizlikle, yoksullukla, eşitsizliklerle, kadın cinayetleriyle kuşanmış durumdayken hayatımızı sürdürmek oldukça meşakkatli bir süreç gerektiriyor. İçinde bulunduğumuz sistemin meşakkatli süreçlerine, dayanılamaz haberlerine ise bir yenisi daha eklendi: EBA’ya bağlanmak için çatıya çıkıp düşen ve hayatını kaybeden Çınar Mert.

İnternetin alt yapısıyla sorun yaşayan, internete bağlanamayan ve pandemi döneminde uygulanan uzaktan eğitimde sıkıntılı durumlara düşen birçok öğrenciden yalnızca birisi 8 yaşındaki ilkokul öğrencisi Çınar Mert’ti. “Teknik” dediğimiz sorunlar, bir ailenin hayatını ve bir çocuğun geleceğini mahvedecek sorunlara kadar evriliyorken, bunlara hâlâ “teknik aksaklık” demek hem akla hem vicdana sığmayacak beyhude laflardan ibarettir.

İnternet sorunundan dolayı öğrencilerine ders anlatabilmek için tepeye çıkan ve kalp krizi geçiren edebiyat öğretmeni, canlı ders sırasında bebekleri balkondan düşüp ölen öğretmen çift, internete erişim imkânı olmayan ve tarlada çalışan öğrenciler, iş cinayetlerinde hayatları yok olup giden gençler, hayatın kendisini öğrenmek yerine beyinleri niteliksiz eğitimle donanmış bir nesil ve nice örnek…

Özellikle pandemi dönemiyle şunu bir kez daha anladık ki; eğitim tamamen piyasacı bir mantıkla varlığını bir sınıfa yönlendirerek, kendini yoksul olan ve imkânı olmayan gençlerin kanını emerek sömürme üzerine koşullandırmıştır. Paranız varsa okursunuz, paranız varsa işinizi yaparsınız ve son olarak paranız varsa ölüm riskine girmezsiniz… İşte fırsatlar sistemi (!) kapitalizmin biz öğrencilere sunduğu pratik sonucu budur! Çınar Mert’in babasının dediği gibi, ancak altı boş söylemlerle karşımıza çıkan bir sistemle karşı karşıyayız: “Olan çocuğumuza oldu. Oğlumu ne EBA geri getirebilir ne başka bir şey. Başka canlar yanmasın. İnternet ücretsiz verilsin. Eğitim hani bedavaydı, herkese eşitti. Sözde bedavaydı.”

Çarklar dönerken, olan çocuklarımıza ve gençlerimize olurken akla yatkın tek bir adım atmayan eğitim kurumları ise bunun mesuliyetini üstlerine almamaktadırlar. Aksine temel anlayışları olan “özelleştirme” politikalarını eğitimin her alanına yerleştirmeye devam ediyorlar. Liseler açısından; günbegün artan özel okulların sayısı ve uzaktan eğitim olmasına rağmen çeşitli gerekçelere sığınarak alınan ücretlerin, öğrencileri ve ailelerini nasıl bir duruma soktuğu bellidir: geçim sıkıntısından ibaret bir yaşam.

Çekilen bunca geçim sıkıntısına verilen cevap ise daha uzaktan eğitimin ilk gününde yaşanan rezilliktir. İlk günden EBA sisteminin çökmesine ise yakın zamanda Bakan Ziya Selçuk “yoğun talep” diyerek adeta aklımızla alay etmiştir. Bu; tıpkı uzaktan eğitimden dolayı eğitimi eksik kalan, tarlada çalışan çocuklar üzerinden yarattığı reklam malzemesinin bir benzeridir.

Liseleri tabii ki bu özelleştirmelerle sınırlı tutmadılar ve tutmuyorlar. Her seferinde dile getirdiğimiz “dindar-kindar” nesil yaratma hedeflerini imam hatiplerle gerçekleştirmeye çalışırlarken, bir yandan müfredatı da bilimsellikten uzak bir yöne doğru yavaş yavaş döndürmeye çalışıyorlar. Bahsettiğimiz piyasacı eğitimin çıktısı olan niteliksiz eğitimin bir ayağını da bu gerici anlayış oluşturuyor. “Liselere tarikatlar-cemaatler girmesin!” derken uzaktan eğitimle beraber müfredat için de aynı cümleleri sarf etmek bir görev olacaktır. Liseleri piyasacı, adaletsiz, gerici, niteliksiz ve ulaşılamaz bir anlayıştan; parasız, eşit ve ulaşılabilir anlayışa dönüştürmek, bu açıdan büyük bir önem taşımaktadır ve liselilere kendi gelecekleri üzerine söz söyleme hakkını tekrardan yaratmaktadır.

Liseler açısından durum böyleyken, üniversiteler açısından da pek bir değişiklik olmadığını söylemek gerekir. Hâlâ ticarethane mantığıyla yönetilen üniversitelerimiz; gençliğin parasız, eşit, ulaşılabilir eğitim taleplerine kulak tıkamaya devam ediyor. Üniversite öğrencileri için de uzaktan eğitim, var olan sıkıntıların bir yenisinin eklenmesinden başka bir şey değildir. Sınavların ve ödevlerin bilgisayar üzerinden yapılmasından dolayı oluşan ve oluşacak mağduriyetlere karşı önlemlerin alınıp alınmayacağı konusu ise asla dile getirilmiyor. Yine birçok üniversite öğrencisi temel hakkı olan eğitimin aracı konumundaki bilgisayara sahip değilken, geleceksizlik kaygısıyla boğuşurken, kredi borçlarıyla uğraşırken, vakıf üniversitesinde okuyan öğrenciler eğitimine para ödemekle devam ederken, gençlik bir yandan işçileşirken ve bir yandan aldığı eğitimin niteliksizliğiyle karşı karşıyayken, tek bir adımın dahi atılmaması içinde bulunduğumuz vahim durumu gösteriyor.

Peki, tüm bunların karşısında gençliğin var olan durumu nedir ve nasıl olmalıdır?

Hem liseli gençlik hem üniversite gençliği açısından var olan durum; umutsuzlukla ve kaygıyla bezenmiş siyasi bir boşluktur. Siyasi boşluğun temel nedeni; elbette yeni bir nesil yaratma girişiminde olan mevcut iktidar ve onu iyice umutsuzluğa, kaygıya sürükleyen mevcut kapitalist sistemdir. Tüm bunlara rağmen, her koşulda tepkisini dile getirebilen gençliğin yaslandığı duvar ise yeni bir düzen istencidir. Bu düzenden, mevcut iktidardan rahatsız olan gençliğin siyasi boşluğunu yeni bir düzen için inşa edilen duvarlar doldurmalıdır. Yani bu boşluk; siyasi bir bilinçle, örgütlenme bilinciyle ve kendi geleceği üzerinde söz söyleme bilinciyle doldurulacaktır. Yeni bir ülke, yeni bir düzen, yeni bir üniversite düşüncesiyle mücadele etmenin gerekliliği ise gençliğin mevcut düzenle olan açı farkının artmasıyla yeniden anlaşılacaktır.

Gençlik olarak; yeni bir düzen mücadelesini yürütürken, eğitim sürecinde şimdiye kadar olan tüm adaletsizliklerin de hesabını sormak bizim için bir görevdir. 8 yaşındaki çocuğu çatıdan düşecek duruma getiren, öğretmenleri intihara sürükleyen, öğrencileri okulda değil de iş kazalarında hatırlamamıza sebebiyet veren bu sisteme karşı görevimiz ve hesabımız da bu düzeni topyekûn reddetmek ve ona göre harekete geçmektir.

Biz, ne bir ayağı sallanan sömürü düzeninize, ne içi boş eğitim sisteminize, ne de geleceğimizi karanlığa mahkûm etmeye çalışan AKP iktidarına ve onun uzantılarına muhtaç değiliz! Yolumuzu aydınlatan sosyalist geleceğe doğru yürümeye ve bu yolda mücadeleyi büyütmeye gerek olduğunu tekrardan söylüyoruz. Bu yüzden; bütün gençliğe okumuş insanın misyonunu hatırlatmak boynumuzun borcudur. Emekçi halkımıza karşı sorumluluğumuz için, ellerimizdeki geleceği yeniden yaratmak için örgütlü mücadeleyi yükseltmeye çalışmalıyız ve buradan çağrımızı tekrar yinelemeliyiz.

Gençlik, eğitimdeki özelleştirmeye ve piyasalaşmaya karşı “Tüm özel okul ve yurtlar kapatılmalıdır!” demeli; kendisini borçlu yaşatan ve yaşamını yine borçlu sonlandıran kredi sistemine karşı “Kredi borçları silinmelidir!” demeli ve bize kapitalizmin çürük adaletini ve mekanizmasını pandemi dönemiyle beraber gösteren eğitim anlayışına karşı “Uzaktan eğitimde yaşanan eşitsizlikler son bulmalıdır!” demelidir. Sonuç olarak gençlik; kendisine sunulan bu karanlık geleceği yırtıp atmalıdır, kendisine yeni bir yol açmalıdır.