"Demokrasi programı", Türkiye'nin sorunlarını çözebilir mi?

Programın "restorasyoncu" özüne rağmen, bıraktığı boşluklar üzerinden "programında neden işçilere, emekçilere, halkın taleplerine yer yok" demek bir anlam ifade etmiyor. Programda bu kesimlerin yer alması mümkün değil, çünkü ittifak açısından tüm sorunların çözümünde sermayeye güven verecek bir "hukuk sisteminin" kurulması yatmaktadır. O yüzden esas sorulması gereken soru, "demokrasi programının Türkiye'nin önüne dizilmiş sorunlara çözüm olabilir mi?" olarak görülmesi gerekmektedir.

Dünyayı sarsan Ukrayna-Rusya savaşında iki hafta geride kaldı. Ortalık savaş yorumcularından geçilmiyor. Bir yanda muazzam bir propaganda savaşı yürütülürken, öbür yanda sıradan insanın aklında “Nereye gidiyor bu dünya?” düşüncesi beliriyor. Belirsizliğin yaratmış olduğu toz duman henüz dinmemişken, Türkiye siyasetinde de önemli bir gelişme yaşandı. Bir süre önce açıklanacağı duyurulan muhalefet programı tam da “savaşın belirsizliği” içinde açıklandı.

Millet İttifakını oluşturan partiler ile AKP’den kopan Gelecek Partisi ve Deva Partisi’nin oluşturduğu “mutabakat” 28 Şubat günü yaptıkları açıklama ile manifestolarını duyurdular. Savaşın gölgesinde açıklanan “Yarının Türkiyesi” başlıklı manifesto, öncesiyle ve sonrasıyla çokça konuşuldu. Savaşın gölgesi düşse de, açıklanan manifestoyu siyasi taraflar “kendi cephelerinden” yorumlamaya çalıştığı. Sadece manifestonun değil, yapılan açıklamaların da “Yarının Türkiyesi’ni” anlamak, değiştirmek için önemli.

Manifestonun açıklanmasının ardından, AKP-MHP koalisyonu, “altılı ittifak” programı için, “küçümseyici” ve “yaftalayıcı” ifadeler kullanarak, “bu programı ciddiye almıyorum” demeye çalıştı. İktidar bloğu bu yaklaşımın siyaseten bir anlam ifade etmediği ortada. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krize eşlik siyasi tıkanıklık, iktidar bloğu açısından “ikna edici” hiçbir stratejinin kalmadığını göstermektedir. Geçmiş yıllarda yeni rejimin kurucu partisi olarak kendini “oyun kurucu” olarak gören AKP, artık bu özelliğini yitirmiş durumda.

AKP-MHP koalisyonu açısından, karşındaki aktörleri yok sayma, kendi ajandasına sarılma ve “dışarıdan destek bulma” dışında bir strateji kalmadı. Ukrayna-Rusya savaşında “ortaya karışık” tavır alan iktidar, sözünü ettiğimiz “dışarıdan destek bulma” çabasını ekonomik ve siyasi desteğe çevirme arayışında. Bu nedenle yeni ve gelişkin bir strateji ile 2023 seçimlerine hazırlanma yaklaşımı bulunmuyor iktidarın.

Manifestoyu açıklayan ittifak açısından ise “manifestonun” tarihi öneme sahip bir içeriğe sahip olduğu ve “büyük uzlaşının” sağlandığı müjdesi verildi. Bu beklenen bir durum, ancak altılı ittifakın “asgari programı” , ittifaka katılan DEVA ve Gelecek Partisi’nin azami programı ile nasıl bir uyum sağlayacak önemli bir soru işareti. Bu iki partinin iktidardan koparak kendi tabanını bulma arayışı içinde oluşu, ittifakın siyasi hedefleri açısından değil, altılı ittifakın geleceği açısından bir gerilim noktası. İki partinin azami programı açısından ulaşılması gereken yer siyasi hedefler değil, ittifak iktidara gelirse “devlet içinde” alacakları payla ilgilidir.

İttifakta kendine doğrudan yer bulamayan HDP ise manifestoyu ittifakın bırakmış olduğu boşluğu işaret eden bir çizgiden değerlendirdi. HDP’nin siyasi programının, açıklanan manifesto ile genel hatları itibariyle “uyum” gösteren bir yanı bulunmasına rağmen, ittifakın bıraktığı boşluğun HDP açısından “sistemin solundan doldurulacak” bir alan olarak görülüyor. Açıklanan manifestoda Kürt sorununa ya da sistemin diğer sorunlarına ilişkin bırakılan boşluklar, HDP açısından “doldurulması gereken noktalar” olarak değerlendirildi. Liberallerin de HDP’den farklı bir tutum almadığı açık. Bir siyasi güce denk düşmeyen liberallerin, HDP ve CHP arasında “köprü vazifesi” görme dışında bugün başka bir rolü yoktur.

Taraflar açısından konu bu şekilde değerlendirilirken, ittifakın açıklamış olduğu programın özü de detaylarla birlikte daha iyi anlaşılıyor. CHP’nin başını çektiği ittifakın açıklamış olduğu manifesto özü itibariyle bir “demokrasi programı” olarak görülebilir. Bu programın, AKP iktidarının yerleştirmiş olduğu yeni rejimle doğrudan hesaplaşma yerine, “aşırılıklarını törpülemeye” dönük bir yaklaşımı içerdiği açık.

Manifestoda sıkça geçen “uzlaşı”, “özgürlükçü ve demokratik Anayasa” vurguları, Türkiye’nin önümüzdeki dönem “geçiş sürecinin” programına dair siyasi tavrıdır. Bu tavrın, 2002 AKP programına dönüş olarak görülmesi gerekiyor. Manifestoda öne çıkan hem AB vurgusu, hem de AKP öncesi dönemin “vesayet rejimi” olarak değerlendirilmesi, ittifaka dahil olan AKP kalıntılarının eseri olarak görülemez. Program, 2002 AKP’sinin yaratmış olduğu siyasi atmosfere geri dönüşü, “restorasyon” diyebileceğimiz bir içeriği taşımaktadır. Bu anlamıyla restorasyonun, olası bir iktidar değişikliğinde sistemi AKP’den arındırma değil, geçmiş çizgisini yeniden üretmeye soyunduğu çok açık.

Açıklanan “demokrasi programının”, birkaç ay önce açıklanan TÜSİAD programıyla uyumlu olduğu ve “hukuk”, “hesap verilebilirlik”, “demokratik uzlaşı” kavramlarıyla, şu anda tıkanmış olan sistemin önünü açma gayretindedir. TÜSİAD’ın “demokratik ve laik bir Türkiye” çıkışı, Türkiye’nin bir darboğazdan geçtiğine ilişkin vurguyla başlayıp, sermayenin tarihsel hedeflerine ulaşmak için “AB programıyla uyumlu bir siyaset dizaynı” istediklerini ilan etmişlerdi.

Şimdi bu noktada tarafların tutumlarını bir kenara bırakarak, esas sorumuza gelelim. Demokrasi programı, Türkiye’nin sorunlarına yanıt üretebilir mi? Eğer bugünkü birikmiş sorunlar, salt 2002 AKP’sinin programıyla düzelebileceğine dair genel bir kanı varsa, 2002 AKP programının bugüne değin uzanan rotayı çizdiğinin hatırlanması gerekmektedir. Gerçekten de “aynı suda iki kez yıkanılmaz!”

Programın “restorasyoncu” özüne rağmen, bıraktığı boşluklar üzerinden “programında neden işçilere, emekçilere, halkın taleplerine yer yok” demek bir anlam ifade etmiyor. Programda bu kesimlerin yer alması mümkün değil, çünkü ittifak açısından tüm sorunların çözümünde sermayeye güven verecek bir “hukuk sisteminin” kurulması yatmaktadır. O yüzden esas sorulması gereken soru, “demokrasi programının Türkiye’nin önüne dizilmiş sorunlara çözüm olabilir mi?” olarak görülmesi gerekmektedir.

Bugün Türkiye’de ekonomiden siyasete, dış politikadan sosyal yaşama, eğitimden sağlığa kadar yaşanan problemler ilginç bir kesişme yaşamaktadır. Bu kesişmenin AKP’de cisimleşmesi, sorunun sistem sorunu haline geldiğinin üstünü örtmemesi gerekmektedir. Dolayısıyla ortada “klasik yöntemlerle” aşılabilecek bir sorun bulunmuyor. Sorun klasik yöntemlerle aşılamaz; çünkü dünyada emperyalist-kapitalist sistemin biriken sorunları Türkiye’ye de taşınmaktadır. Siyasi olarak karar verilmesi gereken yerler bulunuyor.

Tarihsel olarak laiklik ve modernleşme mi, yoksa her türlü gericiliğin üstünü örten bir demokrasi miti mi?

Emekçilerin genel çıkarlarını temsil eden, sağlıktan eğitime, temel ihtiyaçlardan teknolojik gelişime kadar tüm ekonomik ve sosyal yaşamı kamucu bir anlayışla planlamak mı, yoksa tekellerin, yandaşların ve patronların çıkarlarını esas alan piyasa ekonomisi mi?

Bir NATO ülkesi olan Türkiye’nin emperyalist saldırganlığın parçası olması mı, yoksa bağımsızlıkçı ve tüm emekçi insanların haklı saygısını kazanan bir dış politika mı?[1]

Parti başkanlarından, üç-beş patronun sesinden ibaret bir siyaset mi, yoksa emekçilerin örgütlü ve devlet yönetimine katıldığı bir siyaset mi?

Medya balonlarından, propaganda tekniklerinden, “büyük insan” yanılmasasından ibaret bir ülke mi, yoksa tüm emekçilerin yeteneklerine, gelişimine açık bir ülke mi?

Türkiye’de laiklikten, bağımsızlığa, özgürlükten eşitliğe kadar her türlü tıkanmanın önündeki engeli, bu düzenin ufkunu aşacak bir yaklaşımla, başka bir programla aşmak gerekmektedir. Bu programın, adlı adınca “sosyalizm programı” olduğu, emekçilerin mücadelesi olmaksızın bugünkü baskı ve eşitsizliğin giderilemeyeceği açıktır. O nedenle verilmesi gereken yanıt, siyasette emekçilerin örgütlü gücüne yerin olup olmadığıdır.

Bizce buna ihtiyaç vardır ve emek, laiklik, bağımsızlık ve sosyalizm diyenleri tarihi görevler beklemektedir. Biz bu tarihi görevlere hazırız!

[1] Bu konuyu daha sonraki yazılarda daha geniş ve hakkını vererek alacağız. Türkiye’de ve Dünya’da kendinden menkul bir “emperyalizm” tartışması sürüp gidiyor ve bu tartışmada solun aklı bir hayli karışık. Ancak yazının temelleri geniş olacağı için, şimdilik bu konuyu önümüzdeki haftalara erteleyelim.